İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Neoliberal bir tezahür olarak AVM`de kadın emeği ve çalışma rejimi(2018) Avcı, GülnihanNeoliberal dönemde kadın istihdamı oldukça çetrefilli yollardan geçmekte ve istihdam koşulları günden güne farklı formatlara evrilmektedir. Kadın istihdamı tüm dünyada yaşanan ve 1970’ler sonu itibarıyla etkisini gösteren neoliberal uygulamalarla birlikte şekillenmiştir. Neoliberalizmin küreselleşme, istihdamın esnekleşmesi, ihracata dayalı sanayileşme ve istihdamın tarım ve endüstri sektöründen ziyade hizmet sektöründe konumlanması gibi başat sonuçları olmuştur. Ülkemizde de benzer dönüşümler yaşanmış ve istihdam biçimleri bu dönüşümler doğrultusunda yeniden biçimlendirilmiştir. Alışveriş Merkezleri(AVM)’ler bu ekonomik dönüşümün kritik noktasını oluşturmaktadır çünkü hem yarattığı tüketim kültürü hem de istihdam biçimleri ile ayrıksı bir örnek teşkil etmekte ve neoliberalizmin tezahürü olarak kent meydanlarında yükselmektedir. AVM’de çalışmak ise madalyonun iki yüzünü oluşturmaktadır. Şöyle ki, AVM’de çalışmak kayıtlı ve sigortalı çalışmayı temin etmekte ancak aynı zamanda uzun mesaileri ve tatil günlerinde çalışmayı da kapsamaktadır. Bu çalışmanın amacı ise AVM’lerdeki kadın çalışanların çalışma koşullarını toplumsal cinsiyete dayalı olarak Kayseri ili çerçevesinde analiz etmektir. Çalışmanın yöntemi olarak da yarı yapılandırılmış derinlemesine mülakat uygulanacaktır. Yapılan görüşmeler neticesinde ise toplumsal cinsiyet perspektifinden AVM’de var olan emek biçimleri (estetik emek, duygusal emek, duygulanımsal emek) analiz edilecektir. ,In the neoliberal period, women's employment has gone through quite complicated ways and employment conditions evolve from day to day into different formats. Women employment has been formed with neoliberal implementations which has affected whole world in the after 1970’s.Neoliberalism has dominant results which are globalization, flexible employment, exportoriented industrialization and more employment rate in service sector rather than industry or agricultural sector. Similar transformations exist in our country and employment forms have been re-formed by these transformations. Shopping malls are so important for this economic transformation because they both have created new consumption culture and new forms of employment and so they rise up in urban city centers as the manifestation of neoliberalism. Working at the shopping mall constitutes two sides of the medallion. That is to say, working at the shopping mall ensures that registered and insured work, but also includes work on long holidays and holidays. The purpose of this study is to analyze the working conditions of women workers in in Kayseri province based on social sex. Semi-structured interview will be used as the method of this study. At the conclusion of the negotiations, labor forms (aesthetic labor, emotional labor, affective labor) existing in the shopping mall will be analyzed according to the gender perspective.Öğe Kent kimliğinde melez bir buluşma: Kayseri Cumhuriyet Meydanı(2018) Mürsül, Damla; Yıldırım, İpek: Çalışma, Kayseri kent merkezinde yer alan Cumhuriyet Meydanı’nın kentin kuruluşundan bu yana geçirdiği sosyolojik, kültürel ve siyasal evreleri; meydanda yer alan tarihi, mimari yapıtların birlikteliği çerçevesinde melez buluşma örneği olarak ele almaktadır. Çalışmanın amacı; tarih öncesinden günümüze farklı kültürlere ev sahipliği yapan Kayseri’nin çok kültürlü yapısını, Cumhuriyet Meydanı üzerinden ele almak ve Kayseri kent kimliğinin oluşumunda etkili olan faktörleri ortaya koymaktır. Böylece hem kent meydanlarının önemi ortaya konmuş olacak hem de her açıdan girift özellikler taşıyan bu şehrin tarihten gelen renkli dokusu bir kez daha gün yüzüne çıkarılmış olacaktır. Çalışmanın yöntemi, Kayseri tarihiyle ilgili literatür taramasının ardından, mevcut konumunda kent meydanının melez kimlik kavramı çerçevesinde gözlemlenmesidir. Kayseri Cumhuriyet Meydanı’ndaki tarihi yapılardan Bizans dönemine ait Kayseri Kalesi, Selçuklu dönemine ait Hunat Hatun Külliyesi, Osmanlı dönemine ait Saat Kulesi ve Cumhuriyet dönemi eseri olan Atatürk Anıtının aynı mekanda ve halen bir şekilde hayatta kalmalarından hareketle melez bir kent kimliği oluşturduğu tespit edilmiştir. ,This study deals with sociological, cultural and political phases of transitions on ‘Cumhuriyet Square’ since its foundation which locates at Kayseri city center, within the frame of historical and architectural compositions as a hybrid meeting sample. The aims of the study are to handle the multicultural structure of Kayseri over the Cumhuriyet Square which plays host to various cultures from prehistory to nowadays and to reveal the effective factors on the formation of Kayseri city identity. Thus the importance of city squares and intricate features of Kayseri that has colorful dating back tissue by any measure as well, will be unearthed. The methodology is to observe current city square as part of hybrid identity after the literature review of Kayseri’s history. Fortress of Kayseri from Byzantine, Hunat Hatun Social Complex from Seljuq, Clock Tower from Ottoman, and Atatürk Monument from Republic periods are historic standing buildings currently which locate in the same place at Kayseri Cumhuriyet Square. Based on this it is determined that Kayseri has a hybrid identity.Öğe Ataerkil politikanin izdüşümünde dilsel pratik: TDK’nin cinsiyetçi kelimeleri(2020) Ulusoy, Ergin; Çetinkaya, Tülin; Kuş, Yasin; Kavlak, Mükremin; Elmagöz, UğurHer insan kendi iç dünyasında bir anlam ve değerler birlikteliğini temsil eder. Bu temsiliyetin dışa vurumu ise kimliktir. Toplum kimliği yazılı olmayan normlar çerçevesinde biçimlendirir. Bu anlamda toplumsalın biçim ve hayat verdiği pek çok kimlik ve bu kimlikler üzerinden iletişime geçen pek çok temsiliyet ve aidiyet ilişkisi bulunur. Kadınlık da toplumsal normların etkisi altındaki kimliklerden biridir. Fakat bu noktada kadın kimliğini farklı kılan şey; onun siyasallaşmış olmasıdır. Bu nedenle cinsiyet farklılığını bir varoluşsal itiraza dönüştürerek kimlik haline getirmiştir. Kadın kimliği, toplumun yerleşik kanıları karşısında kendi özgün varoluş biçimini ve içsel ritmini bulmaya çalışmaktadır. Tüm dünyada bir eşitlik ve hak mücadelesi olarak cereyan eden kadın mücadelesi, Türk toplumu ve kültüründe de aynı 15 bağlamdaki bir sorun alanı durumundadır. Ataerki, eşitsizlik üreten normlar ve toplumsal cinsiyet algısı gibi yollarla kadın kimliğini ve kadının özgür/özgün varoluşunu denetlemekte, kontrol altında tutmaktadır. Kadının Türk toplumundaki sosyal statüsü ve anlamı da aynı paralelde belirlenmeye çalışılmıştır. Toplumsalın inşası asgari müştereklerde temellendiğinden farklılıkların ya da itirazların yükselen sesi genellikle toplumsalın konformist çeperleri tarafından boğulur. Kadının toplumsalın asgari müştereğinde boğulması için kullanılan araç ise ahlaki normlardır. Ataerki kadını biyolojik özelliklerinden kaynaklanan anneliği ve cinselliğiyle tanımlar. Dolayısıyla kadının kontrol altına alınması için de kadının ayırt edici ve fark yaratıcı bu iki özelliğine yüklenmektedir. Ataerkinin kurguladığı toplumsal düzen bu nedenle kadının cinselliğinin dışlanmasına ve aşağılanmasına, anneliğinin ise yüceltilmesine dayanır. Kadın böylece erkekler arası rekabeti azdıracak bir ödül olmaktan çıkarak erkeğin mülküne iliklenmiş bir meta haline gelecektir. Bu kurgu kadının kamusala her çıkma teşebbüsünde onu gayrı ahlakilikle itham edecek, kişiliğine saldıracak ve sindirmeye çalışacaktır. Böylece ataerkil düzenin görünmez eli kadını bedeni ve doğurganlığı üzerinden çerçevelendirdiği bir sağaltıcılığa hapseder. Bu bağlamda çoğu zaman kadına ilişkin statü ve anlamlandırma onun özgünlüğünün ve cinselliğinin toplumsalın bilinç dışında baskılanmasını ister ve hafızaların dışına çıkmasına müsaade etmek istemeyen “namus bekçileri”ne emanet eder. Toplumsal libido düşüklüğünden kaynaklanan bir güvensizliğin dışa vurumu olan namus ve iffet bekçiliği eşit ve özgüvenli bir toplumun otaya çıkmasını içsel bir kesiyle imkânsızlaştırır. Üstelik bu kurgusallık dokunulmazlık elde etmek ve irrasyonalliğini yaymak için de ahlaki normların dinsel temellerden türediği, kadın-erkek arası eşitsizliğin ve baskılanan cinsel etkileşimin ilahi yasanın bir gereği olduğu iddiasına sığınır. Böylece hem toplumsal vicdan ve hafıza rahatlatılır hem de ahlaki normlar meşru bir müdahale aracı haline gelir. Oysaki ahlak var olan durumu imler ve ideal olana yani etiğin özsel, evrensel çerçevesine kıyasla kültürel göreceliğinden ötürü oldukça yetersizdir. Oysa kadınlık evrensel bir özelliktir. Nasıl ki ataerki kurduğu iktidar yapısı ve yöntemleriyle evrenselse kadınlık bu mücadelesinde evrensel olmak durumundadır. Ataerkinin toplumsalın kılcallarına sızmasına ve kanılarını norm haline getirmesine yol açan en önemli şeyler semboller ve söylemdir. Söylem kelimeler aracılığıyla varlık bulur ve yaşamı biçimlendirir. Dünyanın hemen her yerinde cinsiyetçi sözcüklere rastlamak mümkündür. Türkiye’de bu konuda dünyadan müstesna değildir. Türkçe’de de ataerkil zihniyetin 16 yuvalandığı, geleneksel dönemin uzantıları olarak halen daha hayatın içerisine sızan pek çok kelime bulmak mümkündür. Böyle kelimelerin kullanımda kalması cinsiyetçi yaklaşımların iddialarını normalleştirmelerine ve kültürü kontrol altında tutmalarına yol açmaktadır. Bu kelimelerin kullanımdan çıkartılması, bunlarla mücadele edilmesi toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için oldukça önemlidir. Türkiye’de toplumsal uzlaşının sonucu olarak ussal olma zorunluluğunu taşıyan devlet de bu bağlamda görevlidir. Ancak ne var ki Türkçe’nin ıslahından sorumlu olan TDK, bu konuda ısrarla ve bilinçli bir şekilde ataerkil zihniyetin temel tezlerine atıf yapan kelimeleri ve bu kelimelere ilişkin örneklemeleritarihsel ve kültürel devamlılık adı altında aklamaya ve devam ettirmeyeçalışmaktadır. Çalışmamız işte bu çerçeve içerisinde TDK’nın Büyük Türkçe Sözlükte yer verdiği cinsiyetçi açıklamalar ve örneklemeler üzerinden dil düzleminde cinsiyetçiliği politikaya dönüştürdüğü ve toplumsal hafızayı ve kültürü ataerkil bir eksende tutmaya çalıştığı iddiasını temellendirecektir. Bu bağlamda sunum süresince verilecek örnekler üzerinden ataerkil dil ve kültür politikasının kurumsallaşması eleştirilecektir. Sunulacak örnekler toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten ve kadının özgürleşmesini hedef alan bir düşünsel yaklaşım çerçevesinde ortaya konulacaktır.,Each person represents a combination of meaning and values in her/his inner world. The expression of this representation is identity. Social identity shapes within the framework of unwritten norms. In this meaning, there are many identities that society gives form and life, and many relations of representation and belonging that communicate through these identities. Feminity is one of the identities under the influence of social norms. However, at this point what makes women identity different is politicized. For this reason, they made gender difference an identity by turning it into an existential objection. Women's identity tries to find its own unique form of existence and inner rhythm in the face of the established beliefs of society. The women's struggle, which takes place as a struggle for equality and rights throughout the world, is a problem area in the same context in Turkish society andculture as 17 well. Patriarchy controls and identifies women's identity and women's free / genuine existence through ways such as inequality producing norms and gender perception. The social status and meaning of women in Turkish society has been tried to be determined in parallel. The rising voice of differences or objections is often overwhelmed by the conformist walls of the society, as the construction of the social is based on the minimum commons. Moral norms are the tool used for women to suffocate in the social community. Patriarchy identifies woman with her maternity and sexuality arising from her biological features. Therefore, the woman's distinctive and creating differences features are attributed to these two features in order to control the woman. The social status and significance of woman in Turkish society were determined parallelly. Since the construction of the social is based on least common denominators, the increasing voice of differences or objections is generally drowned by the conformist peripheries of the social. On the other hand, the tool used for the woman to be drowned in the society’s least common denominator is the moral norms. Patriarchy defines woman with her motherhood and sexuality stemming from her biological properties. Therefore, it focuses on these two characteristics of woman for her to be brought under control. In this respect, the social order fictionalized by patriarchy is based on the exclusion and humiliation of woman sexuality and elevation of motherhood. In this way, woman is no longer a prize to trigger the competition between men. She becomes a meta attached to the man’s property. This construct will charge the woman with nonethicalness in her every attempt to enter the public sphere, attack her personality and try to intimidate her. Thus, the invisible hand of the patriarchy imprisons woman in a remedial state framed by her body and fertility. In this respect, most of the time the status and sense-making regarding the woman want her authenticity and sexuality to be repressed in the unconscious of the woman and commit them to “guards of honour” who do not want to let her get out of the memories. Guarding of honour and chastity, which is the reflection of a distrust stemming from the social lowness of libido, renders the appearance of an equal and self-confident to ensue impossible with an internal cut. Furthermore, this fictionality takes refuge in the claim that moral norms ensue from religious foundations and that the inequality between women and men and the repressed sexual interaction is a requirement of the divine law. Hence, both social conscience and memory are relieved and moral norms become a legitimate tool of intervention. However, morality implies the present state and is quite inadequate compared to the ideal that is the essential, universal 18 framework of ethics due to its cultural relativity. Yet, womanhood is a universal characteristic. Besides that, patriarchy is universal with the form and methods of power it constructed, womanhood should also be universal in this struggle. The most important elements that cause patriarchy to penetrate the capillaries of the social and cause its opinions to become norms are symbols and discourse. Discourse is concretized through words and it shapes life. It is possible to encounter sexist words almost everywhere in the world. Turkey is not an exception in this respect. There are many words in Turkish, in which patriarchal mentality nest and that still penetrate life as the prolongations of traditional period. That such words are kept being used cause sexist approaches to normalize their claims and to keep culture under control. That the use of these words is abolished, and they are struggled with are crucial for the social gender equality to be provided. The government, which has the responsibility to be rational as a result of social consensus in Turkey is also responsible in this respect. However, Turkish Language Association, which is responsible for the amelioration of Turkish, perseveringly and consciously tries to justify and pursue the words referring to the basic theses of patriarchal mentality and exemplifications regarding these words under the name of historical and cultural continuity. In this framework, our study will ground the claim that Turkish Language Association turns sexism into politics and tries to keep collective memory and culture in a patriarchal axis based on the sexist explanations and exemplifications it includes in its Comprehensive Turkish Dictionary. In this respect, the institutionalization of patriarchal language and culture policy will be criticized based on the examples that will be given throughout the presentation. The examples to be presented will be put forth within the framework of an intellectual approach that pays regard to gender mainstreaming and aims at the liberation of woman.Öğe Siyasal propaganda aracı olarak oyuncak(Uluslararası Oyun ve Oyuncak Kongresi Bildiri Kitabı, 2015) Mürsül, DamlaElections are the main instruments of political system. Before and in the recent times of elections interaction between voters and political parties is stronger than all times and it is increasing quite so. In these periods political parties use several instruments to impress voters. This study aims to point out the importance of a new political propaganda instrument in propaganda studies; toys. These studies are especially more active in electoral periods; Toys are differently from classical propaganda instruments, one of the interesting propaganda objects are seen as part of the election periods nowadays. To put forth it, newsworthy organizations of political parties are searched on the web and a new political propaganda instrument is determined out of the traditions.Öğe Dijital Türkiye Projesi kapsamında kamu hizmetlerinin dönüşümü(Uluslararası 14. Kamu Yönetimi Forumu Bildiri Özetleri Kitabı, 2017) Mürsül, Damla; Kaya, AliDijital Türkiye, Digital Europe Projesi’nin AB Dijital Ajanda 2020 vizyonu çerçevesinde Türkiye’nin 2023 hedefleri arasında yer alan bir projedir. Özellikle kamu yönetimi alanında AB ülkeleri ile uyumlu olarak koordine edilecek pratik ve hızlı bilgi sistemleri aracılığıyla e-devlet uygulamalarının hayata geçirilmesi ve bürokratik oligarşiye karşı atılmış önemli bir adım olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışmada Dijital Türkiye projesi kapsamında vatandaşların kamu hizmetlerinden faydalanabilmesi için getirilen yenilikler, Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde hazırlanan hükümet programlarının içerikleri ve hükümetlerin icraatları dikkate alınarak karşılaştırmalı olarak analiz edilecektir. Bu bağlamda kamu hizmetlerinin dijitalleşmesine yönelik çalışmalar ile yeni nesil kamu yönetimi anlayışındaki farklılıklar ortaya konmuş olacaktır.,Digital Turkey is one of the projects among the goals 2023 of Turkey within the frame of EU Digital Agenda 2020 vision of Digital Europe Project. E-government practices which are implemented by means of practical and quick information systems coordinated in line with EU states especially in public administration sphere, confront as an important step against bureaucratic oligarchy. In this study innovations as to benefits of citizens from civil services as part of Digital Turkey Project are analyzed comparatively by considering contents of prepared government programs and all governmental actions in period of Justice and Development Party. In this context studies towards digitalization of public administration and differences in the new generation of public administration approach will be revealed.Öğe Türkiye`de yaşayan Ahıska Türklerinin Türkiye’ye entegrasyonu üzerine bir inceleme(II. Uluslararası Uygulamalı Bilimler Kongresi Bildiri Kitabı, 2016) Mürsül, DamlaMeskhetian Turks are Islamic-Turkish origin ethnic group which were forced to migrate from the Caucasia region. They were first deported in 1944 to the inner Middle Asia. Then they followed the migration route which overlaps many countries that have different languages and religions such as Russia, USA, Ukraine and Turkey. Turkey is a country where many Meskhetian Turks live in different regions. Due to the fact that Meskhetian Turks have common cultural and historical background with Turkish people, they are almost invisible in the society. So, they have been very successful to comply with the Turkish society in contrast with the other ethnic groups living in Turkey. In this study, the integration period of Meskhetian Turks to the Turkish society will be discussed in terms of common values like ‘language’ and ‘religion’. The role of these two facts in the interaction of Meskhetian Turks with themselves and the Turkish society will be emphasized. The contribution of language and religion in the integration period will be executed as a result of a literature search about the Meskhetian Turks that has come and are still coming to Turkey via different migration routes.Öğe Kırgızistan`dan Türkiye`ye göç eden Ahıska Türkleri açısından Ahıska(Uluslararası Orta Asya Sempozyumu: Göç, Yoksulluk ve Kimlik, 2018) Mürsül, DamlaÇalışma, 2000 yılı itibariyle Kırgızistan’dan Türkiye’ye göç eden Ahıska Türklerinin Ahıska ve Ahıska’ya dönme konusundaki görüşlerini ortaya koyma amacını taşımaktadır. Anketler aracılığıyla saha çalışmasına katılan Ahıska Türklerine konuyla ilgili birtakım sorular yöneltilmiştir. Sorulara verilen yanıtlar istatistik programı aracılığıyla analiz edildikten sonra yorumlanmıştır. Analizler sonucunda Türkiye’ye göçle gelen Ahıska Türklerinin doğum yeri, yaş, cinsiyet, medeni hal, eğitim durumu ve gelir düzeylerine ilişkin temel demografik bilgileri, Türkiye’ye geldikleri yıl, Türkiye’de hangi şehirlerde yaşamakta oldukları; ayrıca Ahıska’dan göç ettirilme nedenleri ve Ahıska’ya dönme konusundaki tutumlarıyla ilgili çeşitli bulgular elde edilmiştir. 1944 yılında ata toprağı olarak kabul edilen Ahıska’dan gerçekleşen zorunlu göç ve gelecekte Ahıska’ya geri dönmeyi isteyip istemedikleri ile ilgili değerlendirmeler, Ahıska Türklerinin gözüyle Ahıska sorununu ele almamızı sağlayacak ve böylece konuya yeni bir perspektif sunacaktır. Çalışmaya katılan Ahıska Türklerinin çoğunluğunun Türk kültürüne sahip olmaları ve sınırda yaşayan Türklere duyulan güvensizlik nedenleriyle Ahıska’dan sürgün edildiklerini düşündükleri tespit edilmiştir. Bununla birlikte yine çoğunluğun Ahıska’ya dönmeyi istemediği, dönmeyi düşünenlerin ise Türkiye’nin garantörlüğünde Ahıska’ya dönmeyi tercih ettiği sonucuna ulaşılmıştır.,This study aims to reveal remarks of Ahiska Turks who immigrated to Turkey from Kyrgyzstan as of 2000, about Ahiska and returning to Ahiska. Related questions are directed to participants by questionnaires. The answers are analyzed by statistical program and then interpreted. As a result of analysis findings about basic demographic information like birth places, age, gender, marital status, education and income levels of Ahiska Turks immigrated to Turkey, years of coming to Turkey, cities of living in Turkey currently; their attitudes about the reasons of forced migration from Ahiska and going back to Ahiska are also achieved. Evaluations about forced migration from accepted fatherland of Ahiska in 1944 and returning to Ahiska in future provide to approach Ahiska through the eyes of Ahiska Turks. Thus, it will present a new perspective on this issue. It is revealed that most of Ahiska Turks who participate to the fieldwork think about having Turkish culture and feeling of insecurity to Ahiska Turks who had been living at the borders, were the main reasons of forced migration from Ahiska. Besides majority does not prefer to return to Ahiska, it is concluded that return-thinking ones prefer to see Turkey as a guarantor country for this period.Öğe Ataerkinin uzmanlaşmış ve cilalanmış şiddet pratiği: Devletin kadına yönelik politikaları(2020) Ulusoy, Ergin; Burak, Müberra Hatun; Tatlı, Yunus EmreErkekler kadınlara oranla toplumun çoğu kesiminde daha fazla hoşgörü olanağına sahiptir. Sivil topluma geçiş sonrasında erkeğin kadından daha üstün kabul edildiği ve erkeklerin sosyal, siyasal, ekonomik alanda kadınlardan daha etkin rol oynadığı bilinmektedir. Kadınlar ataerkil düzende işbölümü kavramı çerçevesinde çocuk bakımı, ev işi, erkek emeğinin yeniden üretimi ve cinsel ihtiyacının karşılanması gibi biyolojik yeniden üretime ve sağaltıma ilişkin işler ile “görevlendirilmiş”; buna karşın erkek ise ekonomik üretim ve kazançtan sorumlu tutulmuştur. Böylece altyapıyı kontrolüne alan erkek, fiziksel gücünü de kullanarak dış dünyanın inşası ve ailenin kontrolünde yönlendirici güç haline gelmiştir. Bu noktada kadının erkek emeğinin yeniden üretimindeki rolü dikkate alınmamış ve kadın eril dünyanın parametleri tarafından edilgenleştirilmiş, ev içi alana sıkıştırılmıştır. Böylece kadın toplumsal yaşamın inşasından dışlanmış; kendi gerçekliğinden kopuk, özgün ve özgür varoluş olanaklarından arındırılmış, köreltilmiştir. Bu hedonist tutum toplumsal yaşamın inşasında erkeğin baskın hale gelmesine, kadının ise zaman içerisinde ev içinin güdüklüğüne adapte olmasına yol açmıştır. Birçok kadın bu kapatılmışlığı ve kısılmışlığı yerleşik eril toplumsal normlar, ataerkil köklere dayalı korku ahlakı ve yine ataerkil devlet düzenleri nedeniyle kanıksamıştır. Bu ataleti aşmaya ve kadın mücadelesini yaymaya çalışma girişimleri ise ataerkil zihin haritalarından filizlenmiş özgüvensiz, cinsiyetçi ve yoz bir ahlak ve hukuk tarafından bastırılmaya çalışılmıştır. Kadının bu düzenleme ve denetim pratikleri içerisinde kendisine biçilen rolü aşması “uygunsuzdur” ve kesinlikle önlenir. Böylece ahlakçılık ve yasakçılık normlar hiyerarşisinin temeline oturtulur. Bir testosteron politikası düzeni kadının varoluş imkânlarını sinsice kuşatır. Yapılan yasal düzenlemelerle kadın ile erkek arasındaki cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele etmek ve kadınların birey olarak toplumsala katılımlarının önünü açmak yerine ataerkinin seksist kaygılarını yatıştırmak ve kadını otantik bir sahteliğin tacı olan ailenin varlık mücadelesine iliklemektedir. Dahası bu yaklaşım, damarlarına yüksek oranda testosteron basılmış olan Leviathan’ın ellerinde devlet politikası haline getirilerek meşrulaştırılmaktadır. Bu durum, asimetrik, saldırgan, hegemon ataerkinin devletle aynı kulvarda yürüdüğünü en açık biçimde gözler önüne serer. Oysaki devletin asli görevi, hayat-hürriyet-mülkiyet prensibi çerçevesinde ve insan hak ve özgürlükleri kapsamında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ana kaynağını oluşturan ayrımcılık ve önyargıyla mücadele etmektir. Devlet bu noktada kendi ussal bağlamını inkâr etmekte, ataerkil ve gelenekçi bir zihin haritasını tüm kadınlara ve topluma aldatıcı ve saldırgan söylemleri ve düzenlemeleriyle kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu makalede açıklanan izlek kapsamında 4320 sayılı Kanun ile 08.03.2012 tarihinde çıkarılan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun üzerinden kadını birey ve aile arasındaki bir ikilemde nasıl değerlendirdiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Bununla birlikte yine Aile (Kadın) ve Sosyal Politikalar Bakanlığının ismi içinde yer alan kadın ibaresinin 2011 yılında kaldırılması ile kadınların aile kurmaya yönelik eğilimlerinin yıllar içerisinde nasıl şekillendiği de eril devlet politikaları ile ilişkisi içerisinde açıklanmaya çalışılacaktır.,morality based on patriarchal roots and patriarchal state orders. Attempts to overcome this inertia and spread the struggle of women have been suppressed by an insecure, sexist and corrupt morality and law that has sprouted from patriarchal mind maps. It is “inappropriate” and strictly prevented for the woman to exceed the role assigned to her within these regulation and supervision practices. Thus, moralism and prohibitionism are placed at the base of the hierarchy of norms. A testosterone policy scheme insidiously encompasses women's possibilities of existence. Instead of struggling gender inequality between women and men with legal arrangements and opening the way for women's participation in society as individuals, it is to calm the paternalist's sexist concerns and to include women in the struggle of the family, the crown of an authentic fake. Moreover, this approach is legitimised by making it a state policy at the hands of Leviathan, which has high levels of testosterone pressed into its veins. This reveals most clearly that the asymmetric, aggressive, hegemon patriarchy is walking in the same lane as the state. However, the main duty of the state is to combat discrimination and prejudice, which constitute the main source of gender inequality within the framework of the principle of life, liberty, property, human rights and freedom. At this point, the state denies its own context and tries to impose a patriarchal and traditional mind map with deceptive and aggressive discourses and arrangements for all women and society. It tries to reveal how it evaluates women in a dilemma between the individual and the family through the Law No. 4320 on the Protection of the Family and the Prevention of Violence Against Women, issued on 08.03.2012 with the Law numbered 4320. Nevertheless, with the abolition of the phrase of women, which is included in the name of the Ministry of Family (Women) and Social Policies, in 2011, how the tendency of women to start a family has been shaped over the years will be explained in relation with masculine government policies.Öğe Kayseri'nin kent kimliği ve kent hafızasının oluşmasında bir dönüm noktası olarak mübadele(Uluslararası Erciyes Bilimsel Araştırmalar Kongresi, 2019) Ulusoy, Ergin[Abtsract Not Available]Öğe Kadına karşı ve ev içi şiddetle mücadelede mihenk taşı: İstanbul Sözleşmesi(2020) Avcı, Gülnihan; Türkmen, Mustafa Cem; Öztürk, AhmetKadına karşı şiddet insan hakları ihlali olarak ve kadın-erkek eşitliğine dair erkekliğin kadın bedeni ve mental sağlığı üzerinde her türlü zarar verici eylem olarak tanımlanabilir. Kadına karşı şiddet yalnızca fiziksel olarak gerçekleşmemekte, psikolojik, cinsel, ekonomik açıdan da kadınlara yöneltilebilmektedir. Şiddeti eyleyenler ise tanınmayan kişiler olabilmekle birlikte genellikle hane içindeki kişilerdir. Şiddetin yoğunlukla hane içerisinde gerçekleşmesi şiddete karşı önlem almayı ve şiddeti engellemeyi kamusal-özel alan ayrımından dolayı zorlaştırmaktadır. Türkiye’de 1980’ler itibarıyla feminist hareketin güçlenmesi, kadınların sokağa çıkarak şiddete karşı Mor İğne Kampanya’sı gibi hareketler düzenlemeleri, kamusal alanın sınırlarını zorlamış, hane içindeki şiddeti kamusal bir sorun olarak gündeme taşımışlardır. Nitekim gerçekleştirilen uluslararası yasal düzenlemeler, Avrupa Birliği (AB) uyum sürecinin de gerekliliği olarak Türkiye tarafından da kabul edilmiştir. Uluslararası düzenlemelerin ilki Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) olup 1986’da Türkiye tarafından yürürlüğe konulmuştur. Ancak CEDAW’da kadına karşı ve ev içi şiddetin tanımına ve bu şiddet türleri ile mücadele adına mekanizmalardan bahsedilmemiştir. Bu eksikliklerin giderilmesi adına CEDAW’dan sonra da CEDAW 12, 19 ve 19 Nolu Tavsiye Kararını revize eden 35 Nolu Tavsiye Kararları’ nda kadına karşı şiddet tanımlanmış ve şiddetle mücadele adına devletlerin tedbirler alması ve raporlar sunması gerekliliği vurgulanmıştır. Ancak kadına karşı şiddet ve ev içi şiddetle mücadele adına en güncel ve kapsamlı hukuki düzenlemeler Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) ile gerçekleştirilmiştir. İstanbul Sözleşmesi Türkiye tarafından imzaya açıldığı 2011 tarihinde imzalanmış, imzalandıktan 3 yıl sonra 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İstanbul Sözleşmesi kadına karşı ve ev içi şiddeti tanımlayan uluslararası ilk belge olmakla birlikte, şiddetin tanım kapsamını genişletmiş, devletlere şiddeti izleme ve önleme misyonları yüklemiştir. Bu bağlamda etkin bir biçimde uygulanabildiği takdirde şiddetle mücadelede önemli bir araç olduğu söylenebilir. Çalışma kapsamında da İstanbul Sözleşmesi’ nin şiddetle mücadele adına ne gibi yenilikler getirdiği ve Sözleşme’nin izleme organı olan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu (GREVIO)’ndan ve GREVIO Türkiye Raporu’ ndan bahsedilecektir.Öğe Y kuşağı öğrencilerinin kamu hizmeti beklentilerine dair bir analiz: Nuh Naci Yazgan Üniversitesi örneği(I. Uluslararası Sosyal Bilimler Sempozyumu Bildiri Kitabı, 2016) Mürsül, Damla; Kaya, AliSosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal ortam gibi pek çok faktör, kuşaklar arasında birtakım farklılıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu farklılıklardan biri de kamu hizmetlerine yönelik beklentilerdeki farklılıklardır.Çalışma,Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’nde lisans eğitimi gören vealdıkları eğitim dolayısıyla kamu yönetimi ve kamu hizmeti gibi kavramlarüzerine odaklanan 1.- 2.- 3. ve 4.sınıf Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğrencilerinin bu konulardaki beklentilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bölüm öğrencileri, genellikle Y kuşağı yaş grubunda (1980-1999) bulunan öğrencilerdir. Y kuşağının en temel özelliklerinden biri, teknolojiyle yakın ilişkileridir. Araştırma, Y kuşağı üniversite öğrencilerinin teknolojik ilgiler inden yola çıkarak kendilerine yöneltilen anket soruları çerçevesinde veri toplamaktadır. Öğrencilerin günümüzde kamu hizmetlerinin sunulmasına yönelik olumlu ya da olumsuz düşünce ve tutumları, araştırma sonucunda belirlenmiş olacaktır.Öğe Kırgızistan'dan Türkiye'ye göç eden Ahıska Türkleri açısından Ahıska(Uluslararası Orta Asya Göç Sempozyumu Bildiri Kitabı, 2018) Damla, Mursül[Abtsract Not Available]Öğe Küresel göç yönetişimi çerçevesinde Türkiye'de göç olgusunun kurumsallaşması(Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi Bildiri Kitabı, 2015) Mürsül, DamlaIt is seen that migration policies are endeavored to be formed within common procedures during European Union accession period. But it should not be forgotten that this issue has a national dimension beyond intergovernmental collaboration. Controlling and management of migration in Turkey which is in a position to be origin and transit country, require to be evaluated according to governance approach because it provides to control EU’s migration policies, as well. Autonomous institutions are needed for carrying into action of foreseen migration policies and overseeing the practices as mentioned. General Directorate of Migration Affairs which was founded in 2013, emerges on a field of special arrangements needed and as a reflection of civil bureaucracy. This new formation process which includes central, provincial and foreign administrations, adopts more participative approach of migration management. In the study, the importance of institutionalization related to migration in Turkey within the global migration governance and its functionality are discussed and its viewpoints to migration phenomenon are examined.Öğe Estonya’da uygulanan E-Devlet uygulamalarının Türkiye’deki E-Devlet uygulamalarıyla mukayesesine dair bir çalışma(Uluslararası XI.Kamu Yönetimi Forumu Bildiri Kitabı, 2014) Mürsül, Damla; Kaya, Ali1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılması ile bağımsızlığını ilan eden Estonya, yönetim anlayışında değişiklik yapma yoluna gitmiştir. Sovyet döneminin katı hiyerarşik ve bürokratik yapısı terk edilerek dijital bürokrasi modeline geçildiği gözlenmektedir. Son dönemde bilgi ve iletişim teknolojilerine yapılan yatırım, e-devlet uygulamalarında da kendisini göstermiştir. İşlem süreçlerini kısaltan, hızlı çıktılar alınmasını sağlayan ve hizmet kalitesini arttıran elektronik hizmet yöntemleri yaygınlaştırılmaktadır. Çalışma, 2000’li yılların başından itibaren Estonya’da uygulamaya konan e-seçim, e-imza gibi dijital yöntemleri ve Türkiye’deki e-devlet uygulamalarını kapsar. Bu yöntemlerin kullanılması ile kamusal hizmetlerin sunumunda daha etkili ve verimli sonuçlar alınacağı öngörülmektedir.Öğe AB’nin aşı pasaportu uygulamasının insan hakları etiği bağlamında bir değerlendirmesi(2021) Ulusoy, Ergin; Avcı, GülnihanPandemi insanları ölüm korkusuyla karşı karşıya getirmiş ve tüm dünya özgürlük ve güvenlik ikileminde bir tercih yapmak durumunda kalmıştır. Bu durum, devletlerin otoriter uygulamalara başvurma konusunda hoyratlaştığı bir sürece evrilme riski taşımaktadır. Oysa insan haklarının kısmen askıya alınabildiği Olağanüstü Hal ve savaş gibi kriz dönemlerinde dahi alınan kararların ve uygulamaların insan hakları etiğine uygun olması gerekir. COVID-19 ile mücadele kapsamında ilk olarak Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 11 Mart 2020’de pandemi ilan etmiş ve ardından hem DSÖ hem de birçok devlet tarafından bir dizi önlem alınmıştır: ülkeler arası uçuş seferlerinin, kara ve deniz yolu geçişlerinin durdurulması ve gümrük kapılarının kapatılması, karantina uygulamaları, okulların kapatılarak çevrimiçi eğitime geçilmesi gibi. Aşının bulunmasıyla birlikte de bireylere aşı yaptırma zorunluluğu getirilmemesine rağmen, COVID-19’la mücadele kapsamında bireyin aşı veya hasta olup olmadığına dair sağlık durumlarını göstermeyi amaçlayan çeşitli uygulamalar gerçekleştirmeye başlanmıştır. Bu çalışma ile amaçlanan Avrupa Birliği (AB) bölgesinde getirilen aşı pasaportu uygulamasının bir kritiğini yapmaktır. Çalışma içerisinde aşı pasaportu uygulamasının otoriter yönetim anlayışına etkisi, bu uygulamanın başka alanlardaki uygulamaların meşruiyetini sağlamak için bir örnek olarak kullanılıp kullanılamayacağı ve uygulamanın demokratik toplumsal yaşama etkileri gibi konular uluslararası hukuk, AB hukuku ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) temelinde teorik bir tartışma ile ele alınmaktadır. Böylece “olan”ı göstermesi bakımından AB bölgesindeki toplumsal yaşamı düzenleyen yasaların, “olması gereken”i göstermesi bakımından insan hakları etiği çerçevesinde bir değerlendirmesi yapılmaktadır. Anahtar Kelimeler: COVID-19, İnsan Hakları Etiği, AB Aşı Pasaportu, AB Hukuku, AİHSÖğe Cumhuriyetçi entegrasyon modeli çerçevesinde Türkiye’de devletin göç siyasetindeki konumu(VII. Ulusal Sosyoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı, 2016) Mürsül, Damla; Yaşar, Yağmur; Tiken, MuratGöç, yalnızca sosyolojik bir hareketlilik değil; siyasi, idari ve hukuki bir eylemlilik halidir. Bireylerin ve grupların topluma ve kentsel mekana uyumu sürecinde belirleyici aktörlerden biri ve en önemlisi devlettir. Devlet göçle gelenlere ya uzlaştırıcı bir rol üstlenerek müdahale edecek ya da bir şekilde kitleleri yeniden göçe yönlendirecektir. Böylece kitle(ler), devlet(ler) tarafından uygulanan politikalara karşı göç edilen topluma entegre olup olmama konusunda bir irade göstereceklerdir. Son dönemde uluslararası gündemin ve Türkiye’nin sıklıkla ele aldığı konulardan biri göç konusudur. Türkiye’nin göç alan bir ülke olduğu gerçeği, geçmişten bu yana bilinmektedir. Fakat son dönemdeki göç yoğunluğu gerek hedef ülke gerekse transit ülke konumundaki Türkiye’yi her türlü göçe yönelik ayrıcalıklı ve stratejik bir politika oluşturmaya yöneltmiştir. Hukuki ve yönetsel altyapı, Avrupa Birliği ile uyum yasaları çerçevesinde eşgüdümlü olarak yürütülmeye çalışılmaktadır. Bu anlamda Nisan 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ve kanun kapsamında kurulan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, göç yönetiminde başat rol oynamaktadır. Çalışmanın temel amacı, Türkiye’nin göç yönetimine ilişkin siyasal ve yönetsel yaklaşımını ortaya koymaktır. Özellikle kültürel çeşitliliğin yönetimi konusunda nasıl bir siyasetin izlenmekte olduğu/izleneceği, çokkültürcü ve Cumhuriyetçi entegrasyon modelleri üzerinden ele alınacak; Cumhuriyetçi entegrasyon modelinin öne çıkan özellikleri İltica ve Göç Alanındaki Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Ulusal Eylem Planı kapsamında ortaya konmaya çalışılacaktır. Oldukça detaylı alt başlıkları olan Ulusal Eylem Planı, ‘Öncelikler’ başlığı altında yer alan ‘Entegrasyon’ bölümü ile çalışmanın veri kaynağını oluşturmaktadır. Çünkü bu başlık altındaki düzenlemeler, eğitimsağlık-toplumsal yaşam-çalışma hayatı ve kültürel haklar gibi pek çok alana ilişkin devletin belirlediği kuralları ve politikaları içermektedir. Kuralların uygulanması ve politikaların hayata geçirilmesi konusunda devletin toplumun bütünlüğüne yönelik tutumu, entegrasyon konusundaki yaklaşımını da ortaya koymuş olacaktır. Çalışmada Ulusal Eylem Planı, kurumsal doküman türlerinden biri olarak değerlendirilmiştir. Doküman analizinde Türkiye Devleti’nin entegrasyona bakış açısının tektipleştirici ve grup içerisinde eritici bir yöntemi benimsediği; bu bağlamda Cumhuriyetçi entegrasyon modeli ile uyum sağladığı sonucuna varılmaktadır.Öğe Duygusal zekânın karanlık yönü ? Duygusal manipülasyon?: İş performansı üzerindeki etkisi(2019) Aydemir, Ceren[Abtsract Not Available]Öğe Ham petrol fiyatlarındaki değişimin Türkiye açısından önemi (1970-2014)(II. Uluslararası Sosyoloji ve Ekonomi Kongresi, 2018) Çelik, Bekir; Barak, Doğan[Abtsract Not Available]Öğe Ekolojik bilinçli tüketici davranışının öncülleri ve yeşil satın alma niyetine etkisinin yapısal eşitlik modellemesi ile incelenmesi(25. PPAD Pazarlama Kongresi, 2021) Sargın, Sinem; Özdevecioğlu, Mahmut; Dedeoğlu, TuğbaÇevresel problemlerde görülen artış, tüketicilerin ekolojik açıdan bilinçli davranışlar sergilemeye başlamalarına neden olmuştur. Ekolojik bilinçli tüketici davranışı (EBTD), “bireylerin bir takım istek ve ihtiyaçlarını çevrenin korunması adına ertelemesi ya da bu istek ve ihtiyaçlardan vazgeçmesi, bazı maliyetlere katlanarak fedakârlıkta bulunması” olarak ifade edilmektedir (Bıkar, Ünal ve Deveci, 2017: 147). Ekolojik açıdan yüksek bilince sahip tüketiciler, satın alma kararlarını ve ürün/marka tercihlerini de bu doğrultuda şekillendirmektedirler (Tseng ve Chang, 2015; Tamuliene vd., 2016; Yarımoğlu ve Binboğa, 2018; Sünnetçioğlu vd., 2019). Bu bağlamda, tüketicileri ekolojik açıdan bilinçli davranışlar sergilemeye yönelten etkenlerin ve EBTD’nin yeşil ürün satın alma niyeti üzerindeki etkisinin bilinmesinin, işletmelerin stratejik planlarını hazırlamaları, pazar bölümlendirmesi yapmaları ve pazarlama faaliyetlerini bu yönde gerçekleştirmeleri açısından önemli olduğu düşünülmektedir. Bu doğrultuda EBTD’nin öncülleri ve sonuçlarını inceleyen bu çalışma, genel çevre bilgisi ve eko-etiket bilgisinin çevreye karşı tutum üzerindeki etkisini; çevreye karşı tutumun EBTD üzerindeki etkisini ve EBTD’nin de yeşil satın alma niyeti üzerindeki etkisini incelemektedir. Çalışmanın amacı, çevre bilincine dayalı tüketici davranışı kavramını literatüre dayalı olarak ortaya koymak ve çevre bilincine sahip tüketicilerin davranışlarının altında yatan nedenleri, bu davranışın öncüllerini ve ekolojik bilinçli tüketici davranışının yeşil satın alma niyetine olan etkisini uygulamalı olarak incelemektir.Öğe The role of capacity utilization rate at the measuring output GAP in Turkey(2017) Sürekçi Yamaçlı Dilek[Abtsract Not Available]