Yazar "Ulusoy, Ergin" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 20
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe AB’nin aşı pasaportu uygulamasının insan hakları etiği bağlamında bir değerlendirmesi(2021) Ulusoy, Ergin; Avcı, GülnihanPandemi insanları ölüm korkusuyla karşı karşıya getirmiş ve tüm dünya özgürlük ve güvenlik ikileminde bir tercih yapmak durumunda kalmıştır. Bu durum, devletlerin otoriter uygulamalara başvurma konusunda hoyratlaştığı bir sürece evrilme riski taşımaktadır. Oysa insan haklarının kısmen askıya alınabildiği Olağanüstü Hal ve savaş gibi kriz dönemlerinde dahi alınan kararların ve uygulamaların insan hakları etiğine uygun olması gerekir. COVID-19 ile mücadele kapsamında ilk olarak Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 11 Mart 2020’de pandemi ilan etmiş ve ardından hem DSÖ hem de birçok devlet tarafından bir dizi önlem alınmıştır: ülkeler arası uçuş seferlerinin, kara ve deniz yolu geçişlerinin durdurulması ve gümrük kapılarının kapatılması, karantina uygulamaları, okulların kapatılarak çevrimiçi eğitime geçilmesi gibi. Aşının bulunmasıyla birlikte de bireylere aşı yaptırma zorunluluğu getirilmemesine rağmen, COVID-19’la mücadele kapsamında bireyin aşı veya hasta olup olmadığına dair sağlık durumlarını göstermeyi amaçlayan çeşitli uygulamalar gerçekleştirmeye başlanmıştır. Bu çalışma ile amaçlanan Avrupa Birliği (AB) bölgesinde getirilen aşı pasaportu uygulamasının bir kritiğini yapmaktır. Çalışma içerisinde aşı pasaportu uygulamasının otoriter yönetim anlayışına etkisi, bu uygulamanın başka alanlardaki uygulamaların meşruiyetini sağlamak için bir örnek olarak kullanılıp kullanılamayacağı ve uygulamanın demokratik toplumsal yaşama etkileri gibi konular uluslararası hukuk, AB hukuku ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) temelinde teorik bir tartışma ile ele alınmaktadır. Böylece “olan”ı göstermesi bakımından AB bölgesindeki toplumsal yaşamı düzenleyen yasaların, “olması gereken”i göstermesi bakımından insan hakları etiği çerçevesinde bir değerlendirmesi yapılmaktadır. Anahtar Kelimeler: COVID-19, İnsan Hakları Etiği, AB Aşı Pasaportu, AB Hukuku, AİHSÖğe Ataerkil politikanin izdüşümünde dilsel pratik: TDK’nin cinsiyetçi kelimeleri(2020) Ulusoy, Ergin; Çetinkaya, Tülin; Kuş, Yasin; Kavlak, Mükremin; Elmagöz, UğurHer insan kendi iç dünyasında bir anlam ve değerler birlikteliğini temsil eder. Bu temsiliyetin dışa vurumu ise kimliktir. Toplum kimliği yazılı olmayan normlar çerçevesinde biçimlendirir. Bu anlamda toplumsalın biçim ve hayat verdiği pek çok kimlik ve bu kimlikler üzerinden iletişime geçen pek çok temsiliyet ve aidiyet ilişkisi bulunur. Kadınlık da toplumsal normların etkisi altındaki kimliklerden biridir. Fakat bu noktada kadın kimliğini farklı kılan şey; onun siyasallaşmış olmasıdır. Bu nedenle cinsiyet farklılığını bir varoluşsal itiraza dönüştürerek kimlik haline getirmiştir. Kadın kimliği, toplumun yerleşik kanıları karşısında kendi özgün varoluş biçimini ve içsel ritmini bulmaya çalışmaktadır. Tüm dünyada bir eşitlik ve hak mücadelesi olarak cereyan eden kadın mücadelesi, Türk toplumu ve kültüründe de aynı 15 bağlamdaki bir sorun alanı durumundadır. Ataerki, eşitsizlik üreten normlar ve toplumsal cinsiyet algısı gibi yollarla kadın kimliğini ve kadının özgür/özgün varoluşunu denetlemekte, kontrol altında tutmaktadır. Kadının Türk toplumundaki sosyal statüsü ve anlamı da aynı paralelde belirlenmeye çalışılmıştır. Toplumsalın inşası asgari müştereklerde temellendiğinden farklılıkların ya da itirazların yükselen sesi genellikle toplumsalın konformist çeperleri tarafından boğulur. Kadının toplumsalın asgari müştereğinde boğulması için kullanılan araç ise ahlaki normlardır. Ataerki kadını biyolojik özelliklerinden kaynaklanan anneliği ve cinselliğiyle tanımlar. Dolayısıyla kadının kontrol altına alınması için de kadının ayırt edici ve fark yaratıcı bu iki özelliğine yüklenmektedir. Ataerkinin kurguladığı toplumsal düzen bu nedenle kadının cinselliğinin dışlanmasına ve aşağılanmasına, anneliğinin ise yüceltilmesine dayanır. Kadın böylece erkekler arası rekabeti azdıracak bir ödül olmaktan çıkarak erkeğin mülküne iliklenmiş bir meta haline gelecektir. Bu kurgu kadının kamusala her çıkma teşebbüsünde onu gayrı ahlakilikle itham edecek, kişiliğine saldıracak ve sindirmeye çalışacaktır. Böylece ataerkil düzenin görünmez eli kadını bedeni ve doğurganlığı üzerinden çerçevelendirdiği bir sağaltıcılığa hapseder. Bu bağlamda çoğu zaman kadına ilişkin statü ve anlamlandırma onun özgünlüğünün ve cinselliğinin toplumsalın bilinç dışında baskılanmasını ister ve hafızaların dışına çıkmasına müsaade etmek istemeyen “namus bekçileri”ne emanet eder. Toplumsal libido düşüklüğünden kaynaklanan bir güvensizliğin dışa vurumu olan namus ve iffet bekçiliği eşit ve özgüvenli bir toplumun otaya çıkmasını içsel bir kesiyle imkânsızlaştırır. Üstelik bu kurgusallık dokunulmazlık elde etmek ve irrasyonalliğini yaymak için de ahlaki normların dinsel temellerden türediği, kadın-erkek arası eşitsizliğin ve baskılanan cinsel etkileşimin ilahi yasanın bir gereği olduğu iddiasına sığınır. Böylece hem toplumsal vicdan ve hafıza rahatlatılır hem de ahlaki normlar meşru bir müdahale aracı haline gelir. Oysaki ahlak var olan durumu imler ve ideal olana yani etiğin özsel, evrensel çerçevesine kıyasla kültürel göreceliğinden ötürü oldukça yetersizdir. Oysa kadınlık evrensel bir özelliktir. Nasıl ki ataerki kurduğu iktidar yapısı ve yöntemleriyle evrenselse kadınlık bu mücadelesinde evrensel olmak durumundadır. Ataerkinin toplumsalın kılcallarına sızmasına ve kanılarını norm haline getirmesine yol açan en önemli şeyler semboller ve söylemdir. Söylem kelimeler aracılığıyla varlık bulur ve yaşamı biçimlendirir. Dünyanın hemen her yerinde cinsiyetçi sözcüklere rastlamak mümkündür. Türkiye’de bu konuda dünyadan müstesna değildir. Türkçe’de de ataerkil zihniyetin 16 yuvalandığı, geleneksel dönemin uzantıları olarak halen daha hayatın içerisine sızan pek çok kelime bulmak mümkündür. Böyle kelimelerin kullanımda kalması cinsiyetçi yaklaşımların iddialarını normalleştirmelerine ve kültürü kontrol altında tutmalarına yol açmaktadır. Bu kelimelerin kullanımdan çıkartılması, bunlarla mücadele edilmesi toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için oldukça önemlidir. Türkiye’de toplumsal uzlaşının sonucu olarak ussal olma zorunluluğunu taşıyan devlet de bu bağlamda görevlidir. Ancak ne var ki Türkçe’nin ıslahından sorumlu olan TDK, bu konuda ısrarla ve bilinçli bir şekilde ataerkil zihniyetin temel tezlerine atıf yapan kelimeleri ve bu kelimelere ilişkin örneklemeleritarihsel ve kültürel devamlılık adı altında aklamaya ve devam ettirmeyeçalışmaktadır. Çalışmamız işte bu çerçeve içerisinde TDK’nın Büyük Türkçe Sözlükte yer verdiği cinsiyetçi açıklamalar ve örneklemeler üzerinden dil düzleminde cinsiyetçiliği politikaya dönüştürdüğü ve toplumsal hafızayı ve kültürü ataerkil bir eksende tutmaya çalıştığı iddiasını temellendirecektir. Bu bağlamda sunum süresince verilecek örnekler üzerinden ataerkil dil ve kültür politikasının kurumsallaşması eleştirilecektir. Sunulacak örnekler toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten ve kadının özgürleşmesini hedef alan bir düşünsel yaklaşım çerçevesinde ortaya konulacaktır.,Each person represents a combination of meaning and values in her/his inner world. The expression of this representation is identity. Social identity shapes within the framework of unwritten norms. In this meaning, there are many identities that society gives form and life, and many relations of representation and belonging that communicate through these identities. Feminity is one of the identities under the influence of social norms. However, at this point what makes women identity different is politicized. For this reason, they made gender difference an identity by turning it into an existential objection. Women's identity tries to find its own unique form of existence and inner rhythm in the face of the established beliefs of society. The women's struggle, which takes place as a struggle for equality and rights throughout the world, is a problem area in the same context in Turkish society andculture as 17 well. Patriarchy controls and identifies women's identity and women's free / genuine existence through ways such as inequality producing norms and gender perception. The social status and meaning of women in Turkish society has been tried to be determined in parallel. The rising voice of differences or objections is often overwhelmed by the conformist walls of the society, as the construction of the social is based on the minimum commons. Moral norms are the tool used for women to suffocate in the social community. Patriarchy identifies woman with her maternity and sexuality arising from her biological features. Therefore, the woman's distinctive and creating differences features are attributed to these two features in order to control the woman. The social status and significance of woman in Turkish society were determined parallelly. Since the construction of the social is based on least common denominators, the increasing voice of differences or objections is generally drowned by the conformist peripheries of the social. On the other hand, the tool used for the woman to be drowned in the society’s least common denominator is the moral norms. Patriarchy defines woman with her motherhood and sexuality stemming from her biological properties. Therefore, it focuses on these two characteristics of woman for her to be brought under control. In this respect, the social order fictionalized by patriarchy is based on the exclusion and humiliation of woman sexuality and elevation of motherhood. In this way, woman is no longer a prize to trigger the competition between men. She becomes a meta attached to the man’s property. This construct will charge the woman with nonethicalness in her every attempt to enter the public sphere, attack her personality and try to intimidate her. Thus, the invisible hand of the patriarchy imprisons woman in a remedial state framed by her body and fertility. In this respect, most of the time the status and sense-making regarding the woman want her authenticity and sexuality to be repressed in the unconscious of the woman and commit them to “guards of honour” who do not want to let her get out of the memories. Guarding of honour and chastity, which is the reflection of a distrust stemming from the social lowness of libido, renders the appearance of an equal and self-confident to ensue impossible with an internal cut. Furthermore, this fictionality takes refuge in the claim that moral norms ensue from religious foundations and that the inequality between women and men and the repressed sexual interaction is a requirement of the divine law. Hence, both social conscience and memory are relieved and moral norms become a legitimate tool of intervention. However, morality implies the present state and is quite inadequate compared to the ideal that is the essential, universal 18 framework of ethics due to its cultural relativity. Yet, womanhood is a universal characteristic. Besides that, patriarchy is universal with the form and methods of power it constructed, womanhood should also be universal in this struggle. The most important elements that cause patriarchy to penetrate the capillaries of the social and cause its opinions to become norms are symbols and discourse. Discourse is concretized through words and it shapes life. It is possible to encounter sexist words almost everywhere in the world. Turkey is not an exception in this respect. There are many words in Turkish, in which patriarchal mentality nest and that still penetrate life as the prolongations of traditional period. That such words are kept being used cause sexist approaches to normalize their claims and to keep culture under control. That the use of these words is abolished, and they are struggled with are crucial for the social gender equality to be provided. The government, which has the responsibility to be rational as a result of social consensus in Turkey is also responsible in this respect. However, Turkish Language Association, which is responsible for the amelioration of Turkish, perseveringly and consciously tries to justify and pursue the words referring to the basic theses of patriarchal mentality and exemplifications regarding these words under the name of historical and cultural continuity. In this framework, our study will ground the claim that Turkish Language Association turns sexism into politics and tries to keep collective memory and culture in a patriarchal axis based on the sexist explanations and exemplifications it includes in its Comprehensive Turkish Dictionary. In this respect, the institutionalization of patriarchal language and culture policy will be criticized based on the examples that will be given throughout the presentation. The examples to be presented will be put forth within the framework of an intellectual approach that pays regard to gender mainstreaming and aims at the liberation of woman.Öğe Ataerkinin uzmanlaşmış ve cilalanmış şiddet pratiği: Devletin kadına yönelik politikaları(2020) Ulusoy, Ergin; Burak, Müberra Hatun; Tatlı, Yunus EmreErkekler kadınlara oranla toplumun çoğu kesiminde daha fazla hoşgörü olanağına sahiptir. Sivil topluma geçiş sonrasında erkeğin kadından daha üstün kabul edildiği ve erkeklerin sosyal, siyasal, ekonomik alanda kadınlardan daha etkin rol oynadığı bilinmektedir. Kadınlar ataerkil düzende işbölümü kavramı çerçevesinde çocuk bakımı, ev işi, erkek emeğinin yeniden üretimi ve cinsel ihtiyacının karşılanması gibi biyolojik yeniden üretime ve sağaltıma ilişkin işler ile “görevlendirilmiş”; buna karşın erkek ise ekonomik üretim ve kazançtan sorumlu tutulmuştur. Böylece altyapıyı kontrolüne alan erkek, fiziksel gücünü de kullanarak dış dünyanın inşası ve ailenin kontrolünde yönlendirici güç haline gelmiştir. Bu noktada kadının erkek emeğinin yeniden üretimindeki rolü dikkate alınmamış ve kadın eril dünyanın parametleri tarafından edilgenleştirilmiş, ev içi alana sıkıştırılmıştır. Böylece kadın toplumsal yaşamın inşasından dışlanmış; kendi gerçekliğinden kopuk, özgün ve özgür varoluş olanaklarından arındırılmış, köreltilmiştir. Bu hedonist tutum toplumsal yaşamın inşasında erkeğin baskın hale gelmesine, kadının ise zaman içerisinde ev içinin güdüklüğüne adapte olmasına yol açmıştır. Birçok kadın bu kapatılmışlığı ve kısılmışlığı yerleşik eril toplumsal normlar, ataerkil köklere dayalı korku ahlakı ve yine ataerkil devlet düzenleri nedeniyle kanıksamıştır. Bu ataleti aşmaya ve kadın mücadelesini yaymaya çalışma girişimleri ise ataerkil zihin haritalarından filizlenmiş özgüvensiz, cinsiyetçi ve yoz bir ahlak ve hukuk tarafından bastırılmaya çalışılmıştır. Kadının bu düzenleme ve denetim pratikleri içerisinde kendisine biçilen rolü aşması “uygunsuzdur” ve kesinlikle önlenir. Böylece ahlakçılık ve yasakçılık normlar hiyerarşisinin temeline oturtulur. Bir testosteron politikası düzeni kadının varoluş imkânlarını sinsice kuşatır. Yapılan yasal düzenlemelerle kadın ile erkek arasındaki cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele etmek ve kadınların birey olarak toplumsala katılımlarının önünü açmak yerine ataerkinin seksist kaygılarını yatıştırmak ve kadını otantik bir sahteliğin tacı olan ailenin varlık mücadelesine iliklemektedir. Dahası bu yaklaşım, damarlarına yüksek oranda testosteron basılmış olan Leviathan’ın ellerinde devlet politikası haline getirilerek meşrulaştırılmaktadır. Bu durum, asimetrik, saldırgan, hegemon ataerkinin devletle aynı kulvarda yürüdüğünü en açık biçimde gözler önüne serer. Oysaki devletin asli görevi, hayat-hürriyet-mülkiyet prensibi çerçevesinde ve insan hak ve özgürlükleri kapsamında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ana kaynağını oluşturan ayrımcılık ve önyargıyla mücadele etmektir. Devlet bu noktada kendi ussal bağlamını inkâr etmekte, ataerkil ve gelenekçi bir zihin haritasını tüm kadınlara ve topluma aldatıcı ve saldırgan söylemleri ve düzenlemeleriyle kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu makalede açıklanan izlek kapsamında 4320 sayılı Kanun ile 08.03.2012 tarihinde çıkarılan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun üzerinden kadını birey ve aile arasındaki bir ikilemde nasıl değerlendirdiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Bununla birlikte yine Aile (Kadın) ve Sosyal Politikalar Bakanlığının ismi içinde yer alan kadın ibaresinin 2011 yılında kaldırılması ile kadınların aile kurmaya yönelik eğilimlerinin yıllar içerisinde nasıl şekillendiği de eril devlet politikaları ile ilişkisi içerisinde açıklanmaya çalışılacaktır.,morality based on patriarchal roots and patriarchal state orders. Attempts to overcome this inertia and spread the struggle of women have been suppressed by an insecure, sexist and corrupt morality and law that has sprouted from patriarchal mind maps. It is “inappropriate” and strictly prevented for the woman to exceed the role assigned to her within these regulation and supervision practices. Thus, moralism and prohibitionism are placed at the base of the hierarchy of norms. A testosterone policy scheme insidiously encompasses women's possibilities of existence. Instead of struggling gender inequality between women and men with legal arrangements and opening the way for women's participation in society as individuals, it is to calm the paternalist's sexist concerns and to include women in the struggle of the family, the crown of an authentic fake. Moreover, this approach is legitimised by making it a state policy at the hands of Leviathan, which has high levels of testosterone pressed into its veins. This reveals most clearly that the asymmetric, aggressive, hegemon patriarchy is walking in the same lane as the state. However, the main duty of the state is to combat discrimination and prejudice, which constitute the main source of gender inequality within the framework of the principle of life, liberty, property, human rights and freedom. At this point, the state denies its own context and tries to impose a patriarchal and traditional mind map with deceptive and aggressive discourses and arrangements for all women and society. It tries to reveal how it evaluates women in a dilemma between the individual and the family through the Law No. 4320 on the Protection of the Family and the Prevention of Violence Against Women, issued on 08.03.2012 with the Law numbered 4320. Nevertheless, with the abolition of the phrase of women, which is included in the name of the Ministry of Family (Women) and Social Policies, in 2011, how the tendency of women to start a family has been shaped over the years will be explained in relation with masculine government policies.Öğe Aydınlanma Perspektifinden Doğu’nun Modernleşme Sorunu ve Çağdaşlaşma(2021) Ulusoy, ErginÇalışma, Batı ile Doğu arasında yaşanan ayrışmanın temellerini ve bu ayrışmanın modernizm ekseninde\rbir kopuşa dönüşmesini konu edinmiştir. Bu bağlamda çalışmanın ana hipotezi modernizmin\rAntik Yunan mirasına dayanan bir zihin atlası üzerinde inşa edildiği ve bu bağlamda Batı ile Doğu\rarasında birbirlerinden kopmalarına neden olan çok köklü bir farklılık bulunduğudur. Bu farklılık Aydınlanma\rile birlikte doruk noktasına çıkmış ve Batı’nın episteme, Doğu’nun doxa’yı sahiplendiği bir\rdikotomiye evrilmiştir. Çalışma, Doğu’nun modernleşmesinin imkansızlığını savunmakta ve konuyu\rbir epistemoloji-ontoloji ikiliği içerisinde kavramaktadır. Batı kendini Aydınlanmayla birlikte bilen olarak\rkonumlandırmış, kendisi karşısındaki her şeyi bilinen olarak ele almıştır. Bu, Batı’nın karşılaştığı\rdiğerlerini ötekileştirmesine hatta araştırmalarının konusu olarak nesneleştirmesine ve didiklemesine\ryol açmıştır. Doğu bu ikilemin sonuçlarıyla en ağır biçimde yüzleşmiş ve sonunda başına gelenleri ilerigeri\rikiliği çerçevesinde okuyarak gelişmek, değişmek, Batılılaşmak ve Batı’ya yetişmek istemiştir. Bu\ryargı, Batı elitinden çıkan modernizmin Doğu’nun içine işlediği anlamına gelir. Zira gelişmek istemek,\rgeriliğini kabul etmek; kendini Batı’nın gözünden görmek demektir. Çalışma bu izlek doğrultusunda\rDoğu modernleşmesinin imkansızlığını tartışmakta ve bu imkansızlık nedeniyle çağdaşlaşmaya ve kalkınmacılığa\revrildiğini iddia etmektedir. Çalışmamızda Antik Yunan, Aydınlanma ve modernizm ekseninde\rBatı, modernizm-geleneksellik çatışkısı ve Doğu’nun modernizmle olan sorunlu ilişkisi irdelenmiştir.\rÇalışmanın hazırlanmasında basılı ve elektronik kaynakların değerlendirilmesi suretiyle literatür\rtaraması yapılmış ve determinist, epistemolojik bir tutum izlek edinilmiştir. Çalışma, post-modernist\rbir uzlaştırma çabası değil, Doğu modernleşmesinin imkansızlığını ve bu imkanszılık nedeniyle\rçağdaşlamşmaya ve kalkınmacılığa evrildiğini iddia eden bir açıklama gayretidir.Öğe Cumhuriyet’in modernleştirme projesi olarak Kemalizm(The Journal of Academic Social Science Studies, 2017) Ulusoy, ErginOsmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının ardındaki en önemli neden, moder nizmin düşünce ve süreçlerinden uzak kalmasıdır. Modernizm, Batı'da ekonomik, siyasi ve sosyal açıdan uygun koşulların ortaya çıkmasıyla anlamlı hale gelen akıl ve bilimin bir birliği niteliğindedir. Modern terim burada hem modernizmi hem de moderniteyi vurgular. Osmanlı İmparatorluğu son zamanlarda bu modernleşme hareketine eklem lenmeye çalışmış, ancak bir takım yapısal ve varoluşsal nedenler dolayısıyla bu amaca ulaşamamış ve sonuçta da yıkılmıştır. Kemalizm bu anlamda imparatorluktan miras kalan bir hedef doğrultusunda ve Doğuya has yöntemlerle şekillendirilmiş, otoriter ve merkeziyetçi bir modernizasyon projesidir. Bununla birlikte, modernizmin Batı'daki dinamiklerinden yoksun ve onun ge lişme süreçlerinden uzak kalınmış olması, Türkiye'nin modernleşme sürecinin doğal ol maktan uzak ve daha ziyade modernizmin görülebilen sonuçlarına odaklanmış bir da yatma haline gelmesine yol açmıştır. Kemalizm tarihin sürekliliği bağlamında devletin ruhunu, deneyimlerini, travmalarını ve kaygılarını içselleştirmiş, devletin ve toplumun yeniden inşasında ulus ve laiklik fikrini temel alan bir kurucu paradigmadır. Kemalist paradigma, her şeyi yarattığı ideolojik çerçeve içerisinde konumlandıran ve anlamlandı ran, enerjisini üstyapıya odaklamış, koşullar gereği aşağı yönlü çağdaşlaşmaya inanan toplumsal, kültürel ve ekonomik bir kurumsallaşma çabasıdır. Kemalizm’in bu kurum sallaşma çabasında ideolojik bir çerçevede toplumun ve devletin şekillendirilmeye çalı şıldığı toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal yönlere yoğunlaşılmış üstyapısal bir modernleşme talebi ön plana çıkmaktadır. Çalışmalarımızın amacı öncelikle modernizmi ve ulus devleti bu bağlamda açıklamak ve daha sonra Kemalizm’i orijinal yapısında Devrimin çekirdeğini oluşturan modernleşen ideoloji olarak değerlendirmektir. The most important reason behind of the collapse of the Ottoman Empire is to stay away from modernism's ideas and processes. Modernism is a combination of reason and science, which has become meaningful by emerge of economic, political and social conditions in the West. The modern term emphasizes both modernism and modernity here. In the late, Ottoman Empire tried to articulate this modernization movement, but due to a number of structural and existential reasons, this aim could not be reached and eventually it was collepsed. Kemalism is an authoritarian and centrist modernization project, shaped by an objective inherited from the empire, and by Oriental methods. The fact that lacks the dy namics in the West and is far from the development process of modernization has led Turkey's modernization process become an imposition which focuses on the results and which are far from natural. In the context of the continuity of history, Kemalism is a founding paradigm that has internalized the spirit of the state, its experiences, traumas and concerns, and is based on the idea of nation and secularism in the reconstruction of the state and society. The Kemalist paradigm is a social, cultural, and economic institu tionalization effort that places and make sense everything within the ideological frame it creates and focus it's all energy on superstructure and believe in downward moderniza tion. In this effort of institutionalization of Kemalism,a superstructural modernization demand come in to focus from social, economic, cultural and political aspects which is shaping the society and the state within a ideological frame. The aim of our studies is primarily to explain modernism and the nation state in this context, and then to consider Kemalism as a modernizing ideology that constitutes the core of the Revolution.Öğe Diaspora Concept and a Socio-Political Analysis of Turkey's Diaspora Politics in the Context of Modern Theory(Ilem, 2017) Ulusoy, ErginDiaspora is one of the most important social and political events of our time. Diaspora theory is considered within two different approaches, classical and modern. Our work at this point has taken both approaches into account, as well as modern approaches in their explanations. Modern approaches focus on individual and individualistic collectivism in the context of globalization, nation-default and liberal democracy. Although the phenomenon of diaspora has become more and more prevalent in Turkey in recent years, the scientific aspect has been neglected as a study and interest. When we look at the state policies of Turkey, the same negligence is striking. Turkey shapes its plans and programs for diaspora according to the observed requirements, the conveys of different pressure groups, and the very political-cultural determinations of all. In this respect, it seems that Kemalist, militarist, centralist, and otherizing perception are dominant in the historical view of Turkey's diaspora policies. In this context, our work primarily explains the theoretical explanations of the diaspora, and then analyzes the historical determinations underlying Turkey's diasporic policies in the context of modern approaches and within a political-sociological framework. The scope of the article is defined as diaspora theories, globalization, nation-state, nationalism, citizenship, integration and Turkey's political-social history.Öğe Diaspora Kavramı ve Türkiye'nin Diaspora Politikalarının Modern Teori Çerçevesinde Sosyo-Politik Bir Analizi(2017) Ulusoy, ErginDiaspora çağımızın en önemli toplumsal ve siyasi olgularından biridir. Diaspora teorisi kendi içerisinde klasik ve modern olmak üzere iki ayrı yaklaşım altında ele alınmaktadır. Bu noktada çalışmamız her iki yaklaşımı da değerlendirmekle birlikte açıklamalarında modern yaklaşımları çerçeve edinmiştir. Modern yaklaşımlar küreselleşme, ulus-aşırılaşma ve liberal demokrasi bağlamında bireye ve bireyci bir kolektiviteye odaklanmaktadır. Diaspora olgusu Türkiye'de son yıllarda giderek daha ön plana çıkmasına karşın, bir çalışma ve ilgi alanı olarak bilimsel yönü ihmal edilmiştir. Türkiye'nin devlet politikalarına bakıldığında da aynı ihmalkârlık göze çarpmaktadır. Türkiye, diasporaya yönelik plan ve programlarını sahada gözlemlenen gereksinimlere, farklı baskı gruplarının yönlendirmelerine ve hepsinden de çok siyasi-kültürel belirlenimlerine göre şekillendirmektedir. Bu bakımdan Türkiye'nin diaspora politikalarının tarihsel görünümünde Kemalist, militarist, merkezîyetçi, ötekileştirici bir algının hâkim olduğu görülmektedir. Çalışmamız bu kapsamda diasporanın öncelikle teorik açımlamasını yapmakta, akabinde ise Türkiye'nin diaspora politikalarının altında yatan tarihsel belirlenimleri modern yaklaşımlar bağlamında ve siyasi-sosyolojik bir çerçeve içerisinde analiz etmektedir. Yazının kapsamı, diaspora teorileri, küreselleşme, ulus-devlet, ulus-aşırılaşma, vatandaşlık, entegrasyon ve Türkiye'nin siyasi-toplumsal tarihi olarak belirlenmiştir.Öğe Diaspora Kavramı ve Türkiye’nin Diaspora Politikalarının Modern Teori Çerçevesinde Sosyo-Politik Bir Analizi(İlmi Etüdler Derneği, 2017) Ulusoy, ErginDiaspora çağımızın en önemli toplumsal ve siyasi olgularından biridir. Diaspora teorisi kendi içerisinde klasik ve modern olmak üzere iki ayrı yaklaşım altında ele alınmaktadır. Bu noktada çalışmamız her iki yaklaşımı da değerlendirmekle birlikte açıklamalarında modern yaklaşımları çerçeve edinmiştir. Modern yaklaşımlar küreselleşme, ulus-aşırılaşma ve liberal demokrasi bağlamında bireye ve bireyci bir kolektiviteye odaklanmaktadır. Diaspora olgusu Türkiye’de son yıllarda giderek daha ön plana çıkmasına karşın, bir çalışma ve ilgi alanı olarak bilimsel yönü ihmal edilmiştir. Türkiye’nin devlet politikalarına bakıldığında da aynı ihmalkârlık göze çarpmaktadır. Türkiye, diasporaya yönelik plan ve programlarını sahada gözlemlenen gereksinimlere, farklı baskı gruplarının yönlendirmelerine ve hepsinden de çok siyasi-kültürel belirlenimlerine göre şekillendirmektedir. Bu bakımdan Türkiye’nin diaspora politikalarının tarihsel görünümünde Kemalist, militarist, merkezîyetçi, ötekileştirici bir algının hâkim olduğu görülmektedir. Çalışmamız bu kapsamda diasporanın öncelikle teorik açımlamasını yapmakta, akabinde ise Türkiye’nin diaspora politikalarının altında yatan tarihsel belirlenimleri modern yaklaşımlar bağlamında ve siyasi-sosyolojik bir çerçeve içerisinde analiz etmektedir. Yazının kapsamı, diaspora teorileri, küreselleşme, ulus-devlet, ulus-aşırılaşma, vatandaşlık, entegrasyon ve Türkiye’nin siyasi-toplumsal tarihi olarak belirlenmiştir.Öğe DOĞU’DA MODERNLEŞME SÜRECİNDE TAŞRA-KENT ÇATIŞMASININ YARATTIĞI ETKİLERİN LAİKLİK EKSENİNDE BİR DEĞERLENDİRMESİ(2021) Ulusoy, ErginModernizm, Batı’ya içkin bir kavramdır. Batı’nın tarihsel süreçlerinin ve koşullarının izlerini taşımaktadır. Batı modernizmsayesinde elde ettiği bilimsel, teknolojik ve toplumsal gelişmeyi kullanarak Doğu coğrafyalarındaki devletler karşısındaaskeri ve ekonomik olarak üstünlük sağlamış ve bu üstünlüğünü tüm dünyaya yaymıştır. Doğu toplumlarının modernizmlekarşılaşması son derece travmatik ve sancılı olmuştur. Geleneksel dönemin parametrelerince biçimlenmiş toplum yapısıve ekonomik ilişkiler birdenbire geçersizleşmiştir. Hızla gelişen kentler yeni ekonomik ilişkiler, yeni bir toplumsallık vesiyasal düzen içerisinde gelenekselliği parçalamış ve giderek etkisizleştirmiştir. Fakat ne var ki modernizmin ücretli emeğedayanan sınıflı toplum yapısı, pozitif hukuk, bilimsel ve kurumsal eğitim veren okullar, kapitalist ekonomi gibi bazı gereklidinamiklerinden uzak toplumlarda bu süreç kentlere sıkışmış, kentli kesimler ile köyden/taşradan göçen kitleler arasındabir gerilim ve çatışmaya dönüşmüştür. Bu noktada kimliklerin bir görünümü olarak cemaatler de kent rantına erişimin vebölüşmenin, kente eklemlenmenin bir yolu olarak işlevselleşir. Laiklik bu çatışmada modernitenin devlet katında ve devleteliyle korunmasının aracıdır. Kamusal yaşamın dinin ontolojik etkilerden korunmasına aracılık eder. Bu nedenle köy/taşraile kent arasındaki çatışmanın laiklik göz ardı edilerek anlaşılması mümkün değildir. Son dönem post-modernite etkisiyleyöntemli ve nedensel düşünmenin önemi erozyona uğradığından çalışmanın konusu ve kurmaya çalıştığı nedensellik bilimselalana pozitivist ve belirlenimci bir paradigma çerçevesinde katkı sunmaya ve bilimsel bir içerik üretmeye çalışmaktadır. Buçalışma Doğu’nun modernleşme sorununun kaynağında geleneksellik ve modernlik arasında köy/taşra-kent çatışkısındandoğan bir yön olduğunu ve laikliğin bu çatışkıda son derece önemli bir yer ihtiva ettiğini açıklamaya çalışmaktadır.Öğe Kayseri'nin kent kimliği ve kent hafızasının oluşmasında bir dönüm noktası olarak mübadele(Uluslararası Erciyes Bilimsel Araştırmalar Kongresi, 2019) Ulusoy, Ergin[Abtsract Not Available]Öğe Kemalizmin Tahayyülünde Bir Yapıntı Olarak Kadın: Cumhuriyet Kadınının Prototipi Sabiha Gökçen(2021) Ulusoy, Ergin[Abtsract Not Available]Öğe KİMLİĞİN ALMANYA'DAKİ TÜRK DİASPORASININ OY VERME DAVRANIŞINA ETKİSİ: 2018 TÜRKİYE SEÇİMLERİNDE AK PARTİ OYLARINA İLİŞKİN BİR ÇALIŞMA(Erciyes Üniversitesi, 2024) Ulusoy, Ergin; Kaya, Gülnihan AvcıAdalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidara geldikten sonra devletin diasporaya yönelik politikaları değişmiştir. Elbette siyasetteki bu radikal değişim diasporanın oy tercihlerine de yansımıştır. Diasporada kimlik, oy verme davranışını belirleyen temel faktördür. Dolayısıyla diasporanın oy verme tercihi öncelikle kimlikle ilişkilidir. Bu çalışma, Almanya'da yaşayan diasporaya odaklanmakta ve AK Parti/Erdoğan ile diaspora arasında güçlü bir kimliksel etkileşimi olduğu sonucuna varmaktadır. Araştırma, AK Parti ve Erdoğan'ın politika ve söylemlerinin diasporanın konsolidasyonuna yönelik olduğunu ileri sürmektedir. Söz konusu ilişki, resmi kurumların seçim ve demografik istatistikleri ile benzer sonuçlara sahip önceki araştırmaların sonuçları ve Alman’yadaki Türk diasporasına ilişkin literatür ile desteklenmekte ve Türkiye'ye ilişkin verilerle karşılaştırılarak anlamlı bir tablo ortaya konulmaktadır.Öğe KİMLİK İNŞASI VE POLİTİKAYA AKTARIMI(2020) Ulusoy, ErginKimlik, insanın var olma süreçlerinin ayrılmaz bir parçasıdır ve öznenin kurulumundaözneyle simbiyotik bir ilişki içerisindedir. Kültürel birikintilerle şekillenen kimlik, hem öznetarafından yaratılan sosyo-psikolojik bir ana karnı hem de özneyi biçimlendiren bir tür kalıpişlevindedir. Bir açıdan öznenin ve onun biricikliğinin inşası olan kimlik, diğer bir açıdansabenzeşmenin, erimenin ve çözünmenin alanıdır. Dolayısıyla hem ortaklaştırıcı hem de ayrıştırıcı birözelliği vardır. Koşullar ve kültür etkisinde belirginleşen çıkarlardaki farklılaşma ve aidiyetilişkileri, kimlikler üzerinden anlamlandırılır ve kurumsallaşırlar. Kurumsallaşma ise beraberindetoplumsal düzlemde görünürleşmeyi ve politikleşmeyi getirir. Böylece kimlikler toplumsallaşmasürecinde çıkarlardaki farklılaşmaya olan inancın kurumsallaşarak politikleşmesine karşılık gelirler.Kimliklerin toplumsal kurulumu anlaşmazlıkların, çatışmaların ve savaşların ortaya çıkmasındaetkili olan kavramsal bütün olarak politikaya aktarılır. Bu nedenle günümüzde değerler ve çıkarlararasındaki farklılaşmalara dayanan anlaşmazlıkların politik bir anlamlandırmasını yapabilmek içinkimliklere odaklanmak önemlidir. Çalışmamız bu bağlamda kimlikler ile anlaşmazlıklar-çatışmalararasındaki ilişkinin psikoloji ve sosyoloji bilimlerinin yardımıyla değerlendirildiği politik biraçımlama hüviyetindedir.Öğe Kimlik İnşası ve Politikaya Aktarımı(Erciyes Üniversitesi, 2020) Ulusoy, ErginKimlik, insanın var olma süreçlerinin ayrılmaz bir parçasıdır ve öznenin kurulumunda özneyle simbiyotik bir ilişki içerisindedir. Kültürel birikintilerle şekillenen kimlik, hem özne tarafından yaratılan sosyo-psikolojik bir ana karnı hem de özneyi biçimlendiren bir tür kalıp işlevindedir. Bir açıdan öznenin ve onun biricikliğinin inşası olan kimlik, diğer bir açıdansa benzeşmenin, erimenin ve çözünmenin alanıdır. Dolayısıyla hem ortaklaştırıcı hem de ayrıştırıcı bir özelliği vardır. Koşullar ve kültür etkisinde belirginleşen çıkarlardaki farklılaşma ve aidiyet ilişkileri, kimlikler üzerinden anlamlandırılır ve kurumsallaşırlar. Kurumsallaşma ise beraberinde toplumsal düzlemde görünürleşmeyi ve politikleşmeyi getirir. Böylece kimlikler toplumsallaşma sürecinde çıkarlardaki farklılaşmaya olan inancın kurumsallaşarak politikleşmesine karşılık gelirler. Kimliklerin toplumsal kurulumu anlaşmazlıkların, çatışmaların ve savaşların ortaya çıkmasında etkili olan kavramsal bütün olarak politikaya aktarılır. Bu nedenle günümüzde değerler ve çıkarlar arasındaki farklılaşmalara dayanan anlaşmazlıkların politik bir anlamlandırmasını yapabilmek için kimliklere odaklanmak önemlidir. Çalışmamız bu bağlamda kimlikler ile anlaşmazlıklar-çatışmalar arasındaki ilişkinin psikoloji ve sosyoloji bilimlerinin yardımıyla değerlendirildiği politik bir açımlama hüviyetindedir.Öğe Modern Bir Kavram Olarak Milliyetçiliğin Psikanalitik Çözümlemesi(Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, 2019) Ulusoy, ErginBu makale milliyetçilik ile sahip olma istenci ve din arasındaki ilişkileri siyaset bilimi, psikoloji ve sosyoloji bilimlerinin verileri ışığında açıklamaya çalışan multi disipliner teorik bir çalışmadır. Çalışmada literatür taraması yöntemi kullanılmıştır. Bu doğrultuda psikanalitik kuram, kimlik kuramları ve milliyetçiliğin ideolojik ve tarihsel köklerine ilişkin argümanlar bir araya getirilmiş ve bütüncül, anlamlı bir sonuç üretilmeye çalışılmıştır. Makalenin hedefi milliyetçiliğin insan doğasına içkin kimi özellikleri kontrol altına alan politik bir aygıt olduğunu açıklamaktır. Bu anlamda insanın ilkel dürtülerinin ve toplumsal arayışlarının modernizm sonrası yeni bir özne-nesne ilişkisi çerçevesinde ideolojikleştirildiği çalışma ile ortaya konan temel tez durumundadır. Çalışma milliyetçiliğin kökeninde yer alan ekonomik agrümanları kapsamamaktadır. Makale, Türkçe literatürde yayınlanmış olan milliyetçiliğin köklerine ilişkin çalışmalar incelendiğinde konunun psikolojik ve sosyolojik köklerini siyaset bilimi ile etkileşim içerisinde açıklamaya çalışan az sayıdaki çalışma arasında yer almaktadır.Öğe Modernliğin Seyyal Mekanları Olarak Vapur Ve Şimendifer(2021) Mürsül, Damla; Ulusoy, Ergin[Abtsract Not Available]Öğe REGIONAL AND HEGEMONIC IMAGE OF THE UNITED STATES: ANALYSIS OF TURKISH AND FOREIGN STUDENTS’ US PERCEPTION THROUGH TWO MOVIES(2020) Ertugay, Fatih; Ulusoy, ErginThe aim of this study is to understand and explain how the US instrumentalizesand perceives cinema for its own hegemonic policies. Our work is a qualitative one and is based around two Hollywood films. In this context, interviews and focusgroup interviews were conducted with Turkish and foreign, Muslim and Christian students and their opinions about two Hollywood productions were analyzed and the data obtained were analyzed within the framework of descriptive analysis and thematic analysis methods. The data obtained from the students participating in the study give an idea of how educated young people evaluate, perceive and use the relationship between cinema films and the global hegemony of the USA. In this sense, the results of our study is about the use of cinemanion in the presentation of the United States and how the situation is perceived and understood by young people from different regions, countries, religions and ethnicitiesÖğe Tarihin sonu tezi ve yeni bin yıldaki gelişmeler ışığında eleştirisi(2021) Avcı, Gülnihan; Ulusoy, Ergin[Abtsract Not Available]Öğe Türkiye’nin Savunma Sanayinde Millileşme Stratejisinin Ekonomik ve Politik Boyutları(Mugla Sitki Kocman University, 2024) Ulusoy, Ergin; Şahin, Asya BeyzaSavunma sanayisi, bir ülkenin askeri ve politik gücünü temsil ederek, savunma kapasitesini artırmada kilit bir rol oynamaktadır. Savunma sanayi aynı zamanda ekonomik kalkınmaya da katkı sağlayarak, teknolojik ilerlemeyi desteklemekte ve uzun vadeli güvenliği güvence altına almaktadır (Collins, 2001). Savunma harcamaları, askeri teçhizat, personel ve operasyonların finansmanını içerir ve bu harcamalar bir ülkenin ekonomik büyümesini etkileyebilir. Özellikle yüksek çatışma riskine sahip ülkelerde, askeri harcamaların ekonomik büyümeyi artırdığı gözlemlenmektedir. Ancak gelişmekte olan ülkelerde savunma harcamalarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi daha karmaşıktır. Türkiye’de bu doğrultuda gelişmekte olan ülkelerden biri olarak, savunma sanayisinde uluslararası arenada tanınan bir güç merkezi haline gelmiştir. Bu başarıda, özellikle Türk yapımı İnsansız Hava Aracı (İHA) teknolojilerinin önemli bir rolü vardır. Bayraktar TB2, Anka ve Akıncı ve Milli Muharip Uçağı KAAN vb. yerli ve milli projeler savunma ve ihracat potansiyelinde önemli bir yer edinmiştir. Türk savunma sanayisi, yerli projelerin yanı sıra teknoloji transferi ve uluslararası iş birliklerine de odaklanarak yeteneklerini geliştirmektedir. Savunma teknolojileri aynı zamanda ülke ekonomisi açısından da büyük bir öneme sahiptir. Yerli savunma projeleri ve teknolojik ilerlemeler, yüksek katma değerli iş imkânları yaratmakta ve çeşitli istihdam olanakları sağlamaktadır. Son dönemde gerçekleştirilen dönüşümle birlikte Türk Savunma Sanayisi, ithalat oranını azaltmakta ve yerli üretim kapasitesini artırmaktadır. Bu makalenin amacı savunma Türkiye’nin savunma sanayi yatırımlarının politik ve ekonomik etkilerini ortaya koymaktır.Öğe Ulusal egemenlik kavramının geleceğine ilişkin bir değerlendirme(Sosyal, Beşerî ve İdari Bilimler Dergisi, 2020) Ulusoy, Erginİnsan uzlaşma ve düzen ihtiyacının bir gereği olarak toplumsallaşmıştır. Devlet ise uzlaşı ve düzeni üstün bir güç olarak garanti altına alan aygıt olarak belirmiştir. Devlet bu nedenle sözleşmeci teoriler çerçevesinde ele alındığında zorunlu olarak ussaldır. Böylece insan, toplumsallaşma süreci içerisinde yöneten-yöneten ilişkilerince içersenmiştir. Devlet yetkinin kendisinde temerküz ettiği bir yapıdır. Bu haliyle hak etme isteği duyan her kişi ya da kesimin de ele geçirmeye çalıştığı bir şey olmuştur. Devletin bu yönetme yetkisini nereye dayandırdığı, nasıl meşrulaştırdığı egemenliğinin gücünü ve sürdürülebilirliğini belirlemektedir. Ulusal egemenlik bu noktada ulusla kurduğu ilişki üzerinden anlamlandırılmaktadır. Ulusal egemenlik bu noktada ulusla kurduğu ilişki üzerinden anlamlandırılmaktadır. Egemenlik günümüzde anlayışı altyapıyla etkileşimi dolayısıyla bir dizi değişiklik geçirmekte ve insan hakları ve özgürlükleri temelinde dönüşmektedir. Ulus devleti var eden koşullar değişmekte küresel konsensüsler oluşmakta, iktisadi unsurlar dünya toplumlarını aynılaştırmaktadır. Bu durum, üzerinde uzlaşılacak hukuki ve ahlaki çerçevenin insan hakları olarak belirginleşmesine yol açmaktadır. Yazı bu çerçevede ulusal egemenliğin geleceğine değerlendirmektedir. Human has socialized as a requirement of reconciliation and order. The state, on the other hand, appeared as a device that guarantees compromise and order as a superior power. The state is therefore necessarily rational. Thus, the human included in the socialization process by the ruler-ruled relations. State is a structure that the authority has centralized in itself. In this way, it has been something that every person or group who desires to deserve try to take over. Where the state bases its authority to govern and how it legitimates determines the power and sustainability of its sovereignty. At this point, national sovereignty is made sense through its relationship with the nation. Today, sovereignty undergoes a series of changes due to its interaction with the infrastructure and transforms on the basis of human rights and freedoms. The conditions that make up the nation state are changing, global consensus is forming, and economic factors make the world societies uniquely. This situation causes the legal and moral framework to be agreed upon to become clear as human rights. The article evaluates the future of national sovereignty in this framework.