Filtreler
Diaspora kavramı ve Türkiye’nin diaspora politikalarının modern teori çerçevesinde sosyo-politik bir analizi

Ergin ULUSOY

Makale/Derleme | 2017 | İnsan ve Toplum Dergisi

Diaspora çağımızın en önemli toplumsal ve siyasi olgularından biridir. Diaspora teorisi kendi içerisinde klasik ve modern olmak üzere iki ayrı yaklaşım altında ele alınmaktadır. Bu noktada çalışmamız her iki yaklaşımı da değerlendirmekle birlikte açıklamalarında modern yaklaşımları çerçeve edinmiştir. Modern yaklaşımlar küreselleşme, ulus-aşırılaşma ve liberal demokrasi bağlamında bireye ve bireyci bir kolektiviteye odaklanmaktadır. Diaspora olgusu Türkiye’de son yıllarda giderek daha ön plana çıkmasına karşın, bir çalışma ve ilgi alanı olarak bilimsel yönü ihmal edilmiştir. Türkiye’nin devlet politikalarına bakıldığında da aynı ihm . . .alkârlık göze çarpmaktadır. Türkiye, diasporaya yönelik plan ve programlarını sahada gözlemlenen gereksinimlere, farklı baskı gruplarının yönlendirmelerine ve hepsinden de çok siyasi-kültürel belirlenimlerine göre şekillendirmektedir. Bu bakımdan Türkiye’nin diaspora politikalarının tarihsel görünümünde Kemalist, militarist, merkezîyetçi, ötekileştirici bir algının hâkim olduğu görülmektedir. Çalışmamız bu kapsamda diasporanın öncelikle teorik açımlamasını yapmakta, akabinde ise Türkiye’nin diaspora politikalarının altında yatan tarihsel belirlenimleri modern yaklaşımlar bağlamında ve siyasi-sosyolojik bir çerçeve içerisinde analiz etmektedir. Yazının kapsamı, diaspora teorileri, küreselleşme, ulus-devlet, ulus-aşırılaşma, vatandaşlık, entegrasyon ve Türkiye’nin siyasi-toplumsal tarihi olarak belirlenmiştir Daha fazlası Daha az

Cumhuriyet’in modernleştirme projesi olarak Kemalizm

Ergin ULUSOY

Makale/Derleme | 2017 | The Journal of Academic Social Science Studies

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının ardındaki en önemli neden, modernizmin düşünce ve süreçlerinden uzak kalmasıdır. Modernizm, Batı'da ekonomik, siyasi ve sosyal açıdan uygun koşulların ortaya çıkmasıyla anlamlı hale gelen akıl ve bilimin bir birliği niteliğindedir. Modern terim burada hem modernizmi hem de moderniteyi vurgular. Osmanlı İmparatorluğu son zamanlarda bu modernleşme hareketine eklemlenmeye çalışmış, ancak bir takım yapısal ve varoluşsal nedenler dolayısıyla bu amaca ulaşamamış ve sonuçta da yıkılmıştır. Kemalizm bu anlamda imparatorluktan miras kalan bir hedef doğrultusunda ve Doğuya has yöntemlerle şekillendirilm . . .iş, otoriter ve merkeziyetçi bir modernizasyon projesidir. Bununla birlikte, modernizmin Batı'daki dinamiklerinden yoksun ve onun gelişme süreçlerinden uzak kalınmış olması, Türkiye'nin modernleşme sürecinin doğal olmaktan uzak ve daha ziyade modernizmin görülebilen sonuçlarına odaklanmış bir dayatma haline gelmesine yol açmıştır. Kemalizm tarihin sürekliliği bağlamında devletin ruhunu, deneyimlerini, travmalarını ve kaygılarını içselleştirmiş, devletin ve toplumun yeniden inşasında ulus ve laiklik fikrini temel alan bir kurucu paradigmadır. Kemalist paradigma, her şeyi yarattığı ideolojik çerçeve içerisinde konumlandıran ve anlamlandıran, enerjisini üstyapıya odaklamış, koşullar gereği aşağı yönlü çağdaşlaşmaya inanan toplumsal, kültürel ve ekonomik bir kurumsallaşma çabasıdır. Kemalizm’in bu kurumsallaşma çabasında ideolojik bir çerçevede toplumun ve devletin şekillendirilmeye çalışıldığı toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal yönlere yoğunlaşılmış üstyapısal bir modernleşme talebi ön plana çıkmaktadır. Çalışmalarımızın amacı öncelikle modernizmi ve ulus devleti bu bağlamda açıklamak ve daha sonra Kemalizm’i orijinal yapısında Devrimin çekirdeğini oluşturan modernleşen ideoloji olarak değerlendirmektir. The most important reason behind of the collapse of the Ottoman Empire is to stay away from modernism's ideas and processes. Modernism is a combination of reason and science, which has become meaningful by emerge of economic, political and social conditions in the West. The modern term emphasizes both modernism and modernity here. In the late, Ottoman Empire tried to articulate this modernization movement, but due to a number of structural and existential reasons, this aim could not be reached and eventually it was collepsed. Kemalism is an authoritarian and centrist modernization project, shaped by an objective inherited from the empire, and by Oriental methods. The fact that lacks the dy namics in the West and is far from the development process of modernization has led Turkey's modernization process become an imposition which focuses on the results and which are far from natural. In the context of the continuity of history, Kemalism is a founding paradigm that has internalized the spirit of the state, its experiences, traumas and concerns, and is based on the idea of nation and secularism in the reconstruction of the state and society. The Kemalist paradigm is a social, cultural, and economic institu tionalization effort that places and make sense everything within the ideological frame it creates and focus it's all energy on superstructure and believe in downward moderniza tion. In this effort of institutionalization of Kemalism,a superstructural modernization demand come in to focus from social, economic, cultural and political aspects which is shaping the society and the state within a ideological frame. The aim of our studies is primarily to explain modernism and the nation state in this context, and then to consider Kemalism as a modernizing ideology that constitutes the core of the Revolution. Daha fazlası Daha az

İş hayatında kadın olmak

Ergin ULUSOY

Bildiri | 2018 | International Women's Congress , pp.305 - 306

Bildiri

Regional And Hegemonıc Image Of The Unıted States: Analysis Of Turkish And Foreign Students? US Perceptıon Through Two Movıes

Ergin ULUSOY

Makale/Derleme | 2020 | Kafkas Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi

The aim of this study is to understand and explain how the US instrumentalizes and perceives cinema for its own hegemonic policies. Our work is a qualitative one and is based around two Hollywood films. In this context, interviews and focus group interviews were conducted with Turkish and foreign, Muslim and Christian students and their opinions about two Hollywood productions were analyzed and the data obtained were analyzed within the framework of descriptive analysis and thematic analysis methods. The data obtained from the students participating in the study give an idea of how educated young people evaluate, perceive and use th . . .e relationship between cinema films and the global hegemony of the USA. In this sense, the results of our study is about the use of cinemanion in the presentation of the United States and how the situation is perceived and understood by young people from different regions, countries, religions and ethnicities. Bu çalışmanın amacı ABD'nin sinemayı kendi hegemonik politikaları için nasıl araçsallaştırdığını ve bunun nasıl algılandığını anlamaya ve açıklamaya çalışmaktadır. Çalışmamız niteliksel bir çalışmadır ve iki Hollywood filmi çevresinde kurgulanmıştır. Bu çerçevede Türk ve Yabancı, Müslüman ve Hristiyan öğrencilerle mülakatlar ve odak grup görüşmeleri gerçekleştirilmiş ve iki Hollywood yapımı film hakkındaki düşünceleri alınarak elde edilen veriler betimsel analiz ile tematik analiz yöntemleri ile analiz edilmiştir. Çalışmaya katılan öğrencilerden elde edilen veriler sinema filmleri ile ABD’nin küresel hegemonyası arasındaki ilişkiyi eğitimli gençlerin nasıl değerlendirdiği, algıladığı ve kullandığına dair bir fikir vermektedir. Bu anlamda çalışmamızın ulaştığı sonuçlar, ABD'nin sunumunda sinemanın kullanılması ve durumun farklı bölgelerden, ülkelerden, din ve etnisitelerden gençler tarafından nasıl algılandığını göstermektedir Daha fazlası Daha az

Ulusal egemenlik kavramının geleceğine ilişkin bir değerlendirme

Ergin ULUSOY

Makale/Derleme | 2020 | Sosyal, Beşerî ve İdari Bilimler Dergisi

İnsan uzlaşma ve düzen ihtiyacının bir gereği olarak toplumsallaşmıştır. Devlet ise uzlaşı ve düzeni üstün bir güç olarak garanti altına alan aygıt olarak belirmiştir. Devlet bu nedenle sözleşmeci teoriler çerçevesinde ele alındığında zorunlu olarak ussaldır. Böylece insan, toplumsallaşma süreci içerisinde yöneten-yöneten ilişkilerince içersenmiştir. Devlet yetkinin kendisinde temerküz ettiği bir yapıdır. Bu haliyle hak etme isteği duyan her kişi ya da kesimin de ele geçirmeye çalıştığı bir şey olmuştur. Devletin bu yönetme yetkisini nereye dayandırdığı, nasıl meşrulaştırdığı egemenliğinin gücünü ve sürdürülebilirliğini belirlemekte . . .dir. Ulusal egemenlik bu noktada ulusla kurduğu ilişki üzerinden anlamlandırılmaktadır. Ulusal egemenlik bu noktada ulusla kurduğu ilişki üzerinden anlamlandırılmaktadır. Egemenlik günümüzde anlayışı altyapıyla etkileşimi dolayısıyla bir dizi değişiklik geçirmekte ve insan hakları ve özgürlükleri temelinde dönüşmektedir. Ulus devleti var eden koşullar değişmekte küresel konsensüsler oluşmakta, iktisadi unsurlar dünya toplumlarını aynılaştırmaktadır. Bu durum, üzerinde uzlaşılacak hukuki ve ahlaki çerçevenin insan hakları olarak belirginleşmesine yol açmaktadır. Yazı bu çerçevede ulusal egemenliğin geleceğine değerlendirmektedir. Human has socialized as a requirement of reconciliation and order. The state, on the other hand, appeared as a device that guarantees compromise and order as a superior power. The state is therefore necessarily rational. Thus, the human included in the socialization process by the ruler-ruled relations. State is a structure that the authority has centralized in itself. In this way, it has been something that every person or group who desires to deserve try to take over. Where the state bases its authority to govern and how it legitimates determines the power and sustainability of its sovereignty. At this point, national sovereignty is made sense through its relationship with the nation. Today, sovereignty undergoes a series of changes due to its interaction with the infrastructure and transforms on the basis of human rights and freedoms. The conditions that make up the nation state are changing, global consensus is forming, and economic factors make the world societies uniquely. This situation causes the legal and moral framework to be agreed upon to become clear as human rights. The article evaluates the future of national sovereignty in this framework Daha fazlası Daha az

Kimlik inşası ve politikaya aktarımı

Ergin ULUSOY

Makale/Derleme | 2020 | Erciyes Üniversitesi İİBF Dergisi

Kimlik, insanın var olma süreçlerinin ayrılmaz bir parçasıdır ve öznenin kurulumunda özneyle simbiyotik bir ilişki içerisindedir. Kültürel birikintilerle şekillenen kimlik, hem özne tarafından yaratılan sosyo-psikolojik bir ana karnı hem de özneyi biçimlendiren bir tür kalıp işlevindedir. Bir açıdan öznenin ve onun biricikliğinin inşası olan kimlik, diğer bir açıdansa benzeşmenin, erimenin ve çözünmenin alanıdır. Dolayısıyla hem ortaklaştırıcı hem de ayrıştırıcı bir özelliği vardır. Koşullar ve kültür etkisinde belirginleşen çıkarlardaki farklılaşma ve aidiyet ilişkileri, kimlikler üzerinden anlamlandırılır ve kurumsallaşırlar. Kuru . . .msallaşma ise beraberinde toplumsal düzlemde görünürleşmeyi ve politikleşmeyi getirir. Böylece kimlikler toplumsallaşma sürecinde çıkarlardaki farklılaşmaya olan inancın kurumsallaşarak politikleşmesine karşılık gelirler. Kimliklerin toplumsal kurulumu anlaşmazlıkların, çatışmaların ve savaşların ortaya çıkmasında etkili olan kavramsal bütün olarak politikaya aktarılır. Bu nedenle günümüzde değerler ve çıkarlar arasındaki farklılaşmalara dayanan anlaşmazlıkların politik bir anlamlandırmasını yapabilmek için kimliklere odaklanmak önemlidir. Çalışmamız bu bağlamda kimlikler ile anlaşmazlıklar-çatışmalar arasındaki ilişkinin psikoloji ve sosyoloji bilimlerinin yardımıyla değerlendirildiği politik bir açımlama hüviyetindedir. Identity is an integral part of human's existence processes and is in a symbiotic relationship with the subject in the establishment of the subject. The identity shaped by cultural accumulations is a socio-psychological mother-abutment created by the subject as well as a form of mold that shapes the essence. Identity, which is the construction of the subject and its uniqueness in one sense, is the domain of analogy and dissolution from another angle. It is therefore both a cooperative and a parsing feature. The differentiation and belonging associations that are evident in conditions and culture influences are understood and institutionalized through identities. Institutionalization brings with it the socialization and politicization. Thus, identities correspond to institutionalization and politicization of the belief in differentiation in the process of socialization. The social establishment of identities is conveyed to the politics as a conceptual whole which is effective in the emergence of conflicts and wars.. For this reason, it is important today to focus on identities in order to be able to make a political meaning of disagreements based on differentiation between values and interests. Our work is in this context a political explanation that the relationship between identities and conflicts is assessed with the help of the psychology and sociological sciences Daha fazlası Daha az

Ataerkinin uzmanlaşmış ve cilalanmış şiddet pratiği: Devletin kadına yönelik politikaları

Ergin ULUSOY | Müberra Hatun BURAK

Bildiri | 2020 | Ege 1. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi , pp.32 - 34

Erkekler kadınlara oranla toplumun çoğu kesiminde daha fazla hoşgörü olanağına sahiptir. Sivil topluma geçiş sonrasında erkeğin kadından daha üstün kabul edildiği ve erkeklerin sosyal, siyasal, ekonomik alanda kadınlardan daha etkin rol oynadığı bilinmektedir. Kadınlar ataerkil düzende işbölümü kavramı çerçevesinde çocuk bakımı, ev işi, erkek emeğinin yeniden üretimi ve cinsel ihtiyacının karşılanması gibi biyolojik yeniden üretime ve sağaltıma ilişkin işler ile “görevlendirilmiş”; buna karşın erkek ise ekonomik üretim ve kazançtan sorumlu tutulmuştur. Böylece altyapıyı kontrolüne alan erkek, fiziksel gücünü de kullanarak dış dünyan . . .ın inşası ve ailenin kontrolünde yönlendirici güç haline gelmiştir. Bu noktada kadının erkek emeğinin yeniden üretimindeki rolü dikkate alınmamış ve kadın eril dünyanın parametleri tarafından edilgenleştirilmiş, ev içi alana sıkıştırılmıştır. Böylece kadın toplumsal yaşamın inşasından dışlanmış; kendi gerçekliğinden kopuk, özgün ve özgür varoluş olanaklarından arındırılmış, köreltilmiştir. Bu hedonist tutum toplumsal yaşamın inşasında erkeğin baskın hale gelmesine, kadının ise zaman içerisinde ev içinin güdüklüğüne adapte olmasına yol açmıştır. Birçok kadın bu kapatılmışlığı ve kısılmışlığı yerleşik eril toplumsal normlar, ataerkil köklere dayalı korku ahlakı ve yine ataerkil devlet düzenleri nedeniyle kanıksamıştır. Bu ataleti aşmaya ve kadın mücadelesini yaymaya çalışma girişimleri ise ataerkil zihin haritalarından filizlenmiş özgüvensiz, cinsiyetçi ve yoz bir ahlak ve hukuk tarafından bastırılmaya çalışılmıştır. Kadının bu düzenleme ve denetim pratikleri içerisinde kendisine biçilen rolü aşması “uygunsuzdur” ve kesinlikle önlenir. Böylece ahlakçılık ve yasakçılık normlar hiyerarşisinin temeline oturtulur. Bir testosteron politikası düzeni kadının varoluş imkânlarını sinsice kuşatır. Yapılan yasal düzenlemelerle kadın ile erkek arasındaki cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele etmek ve kadınların birey olarak toplumsala katılımlarının önünü açmak yerine ataerkinin seksist kaygılarını yatıştırmak ve kadını otantik bir sahteliğin tacı olan ailenin varlık mücadelesine iliklemektedir. Dahası bu yaklaşım, damarlarına yüksek oranda testosteron basılmış olan Leviathan’ın ellerinde devlet politikası haline getirilerek meşrulaştırılmaktadır. Bu durum, asimetrik, saldırgan, hegemon ataerkinin devletle aynı kulvarda yürüdüğünü en açık biçimde gözler önüne serer. Oysaki devletin asli görevi, hayat-hürriyet-mülkiyet prensibi çerçevesinde ve insan hak ve özgürlükleri kapsamında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ana kaynağını oluşturan ayrımcılık ve önyargıyla mücadele etmektir. Devlet bu noktada kendi ussal bağlamını inkâr etmekte, ataerkil ve gelenekçi bir zihin haritasını tüm kadınlara ve topluma aldatıcı ve saldırgan söylemleri ve düzenlemeleriyle kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu makalede açıklanan izlek kapsamında 4320 sayılı Kanun ile 08.03.2012 tarihinde çıkarılan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun üzerinden kadını birey ve aile arasındaki bir ikilemde nasıl değerlendirdiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Bununla birlikte yine Aile (Kadın) ve Sosyal Politikalar Bakanlığının ismi içinde yer alan kadın ibaresinin 2011 yılında kaldırılması ile kadınların aile kurmaya yönelik eğilimlerinin yıllar içerisinde nasıl şekillendiği de eril devlet politikaları ile ilişkisi içerisinde açıklanmaya çalışılacaktır. morality based on patriarchal roots and patriarchal state orders. Attempts to overcome this inertia and spread the struggle of women have been suppressed by an insecure, sexist and corrupt morality and law that has sprouted from patriarchal mind maps. It is “inappropriate” and strictly prevented for the woman to exceed the role assigned to her within these regulation and supervision practices. Thus, moralism and prohibitionism are placed at the base of the hierarchy of norms. A testosterone policy scheme insidiously encompasses women's possibilities of existence. Instead of struggling gender inequality between women and men with legal arrangements and opening the way for women's participation in society as individuals, it is to calm the paternalist's sexist concerns and to include women in the struggle of the family, the crown of an authentic fake. Moreover, this approach is legitimised by making it a state policy at the hands of Leviathan, which has high levels of testosterone pressed into its veins. This reveals most clearly that the asymmetric, aggressive, hegemon patriarchy is walking in the same lane as the state. However, the main duty of the state is to combat discrimination and prejudice, which constitute the main source of gender inequality within the framework of the principle of life, liberty, property, human rights and freedom. At this point, the state denies its own context and tries to impose a patriarchal and traditional mind map with deceptive and aggressive discourses and arrangements for all women and society. It tries to reveal how it evaluates women in a dilemma between the individual and the family through the Law No. 4320 on the Protection of the Family and the Prevention of Violence Against Women, issued on 08.03.2012 with the Law numbered 4320. Nevertheless, with the abolition of the phrase of women, which is included in the name of the Ministry of Family (Women) and Social Policies, in 2011, how the tendency of women to start a family has been shaped over the years will be explained in relation with masculine government policies. Daha fazlası Daha az

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.
Tamam

creativecommons
Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Platforms